29 Aralık, 2006

KUTLAMA VE SİİRT SOKAĞINDAN İZLENİMLER

Öncelikle herkesin bayram gibi bir bayram yaşamasını, 2007 yılının huzurun hakim olduğu bir yıl olmasını temenni ederek başlamak istiyorum. Haberlerde iç karartan hadiselerin daha az duyulduğu, demokrasi getirmek adına bir ülkenin insanlarının hunharca katledildiği bir yıl olmamasını, her bir canı, her bir zerreyi Yaratan'dan diliyorum.

Yarın sabaha doğru yola çıkacağız kısmetse. Yaklaşık bir aydır hastanede olan Anneciğimi görebileceğim inşallah. Tüm hastalara acil şifalar dilerken, trafik kazalarının bir savaş kadar zayiat verdiği bir bayram ve yıl olmamasını diliyorum.

Şam Sokağından sonra bir Siirt Sokağı yazısı kaleme alacağımı düşünemezdim. Hayatımızda planlayamadığımız nice olay yaşanıyor, herkese tahminlerinin ötesinde güzellikler dileyerek başlayayım isterseniz.

Dün, işle ilgili bir husustan dolayı Fatih civarındaydım. Benim görüşmelerim erken bitip de, aynı araçla gittiğimiz arkadaşların ki devam edince, o süre de eşimle buluşmaya karar verdim. Vakit öğlen olunca, nereye gidebiliriz muhabbeti başladı.

Bir kaç yıl önce görmüştüm ilk kez. Aranızda bilenler vardır elbet ama, ben bu sefer de kendimi çok uzaklara gitmişcesine, çok kısa bir sürede sanki farklı bir ilde hissetmenin şaşkınlığını yaşadım yeniden. Otlu peynirler, keşler, tereyağları bir tarafta arzı endam ederken, diğer yanda yeni mahsul karpuz çekirdeği bulunur yazıları gözünüze ilişiyor. Kahvesi yapılan Menengüç bir yanda süzülürken, yanında ki ufak çekirdeklerin "summak" olduğunu öğreniyorsunuz. Zaten yaprak ve sıvı halde olanı tanıyalı çok fazla olmamışken. Çok farklı, tanımadığınız kırmızı mercimeğin siyahı gibi ve daha birçok şeyler görüyor ama hepsini de sormaya çekinip devam ediyorsunuz. Siirt cevizi ile ilk kez tanışıp, fanuslara tepeleme konmuş, açık tütünlerin önünden geçerken, kasaplarda kesilip, askılarla sıralanmış onlarca küçükbaş hayvanın yanısıra, beride ütülmüş koyun kelleleri sırıtarak bakıyor size. Mumbar ve şirden bulunur yazılarını okuduktan sonra, lokantalarda kızarmış büryanların da yine askıda ve vitrinde olduğunu görüyorsunuz. Perde pilavı ve büryan tüm lokantaların ana yemeği. Daha iyi fiziki şartları olan bir restorant bulmak için neredeyse hepsini dolaştıktan sonra, önceki gittiğimiz Büryancı Osman'a uğradık. Mekan çok dumanlı biraz sonra gelelim deyince, 'başım-gözüm üstüne bekleriz ağam' cevabını aldık pekiştiren ve içten bir uslupla.

Epey bir dolaşmış olarak ve de sigara dumanlarının tahliyesini de bekleyerek kürkçü dükkanına geldik. Perde pilav tek porsiyonluk hazrlanmış ama, bizim aldığımız bir porsiyon bile dört kişiye rahat yeter bana göre. Büryanı içerde kuyularda pişiriyorlarmış, ben sadece resmini gördüm kuyunun. Yanında şalgam suyu ve ayran alabiliyorsunuz. Servisi beklerken dükkanın önündeki çiğköftecinin hızlı ve becerikli hareketlerle sunuma hazırlayışını izledim. Seylan çayını pek sevmem ama, onların ki güzeldi. Ne alırsınız sorusu sadece eşime sorulmasına rağmen bu farklı mekandaki samimi ve saygılı insanları sevdim ben. Ayrıca başta da ifade ettiğim gibi kendimi bir saat içinde Siirte gitmiş gibi hissettim.

Hepinize tekrar iyi bayramlar, sağ-salim dönebilirsek görüşmek üzere. Hoşçakalın.

Not: Yemeklerin tarifini yazamadım, bayram sonrasına inşallah.

25 Aralık, 2006

Şam Sokağı ve Anne Aşlarından




Öncelikle Anneciğimin sağlığı ile alakadar olan arkadaşlarıma tekrar teşekkür ederek başlamak istiyorum. Annem malesef hala hastanede.

Kızım 8. sınıf ve OKS'ye odaklandığı için, biz Ali ile cumartesi gezilerine başbaşa devam ediyoruz. Bu cumartesi günü Taksim'de ki Şam Sokağı vardı programımızda. Kameram da transfer problemi yaşandığı için servise gönderdiğimden sizlerle paylaşabileceğim bir görüntü kaydedemedim. Tesis edilen sokakta Şam'a özgü bazı lezzetler ve eserler sergilenmekte. Yaşlı bir amca, "turmus" adı verilen bir ikramda bulunuyor. Bildiğimiz fasulyeye göre daha yuvarlak bir çeşit, haşlanmış üzerine kimyon, kırmızı biber gibi baharatlarla tuz serperek sunuluyor. Ücretini sorduğumuzda Suriye, ikram diyerek gülümsüyor.Ustalar soba tarzında hazırlanmış saçlar üzerinde, incecik açtıkları mayalı yufkaları rapatalara yapıştırıp, saca koyarak, kızaracak kadar pişiriyorlardı. Yan tarafta humus ve turşu ve salata tarzı malzemelerle birlikte ikram ediliyor sanırım ama, bizim beyzade sade aldı. Hani bunun yağı ve piyniri abi dediyse de Türkçe bilmeyen Suriyeli ustalar bizimkinin gözleme aradığını anlayamadılar tabii. Bu arada, hala peynirin adı piynir, gözleme de közleme diye telaffuz ediliyor. Zahmet olmasın kendilerine.

Suriyeli bir grup canlı ve hareketli mazhar eşliğinde ellerine kılıçla gösteriler yapıp zaman zaman Istanbul! diyerek inletiyorlardı. Bir arada mazhar eşliğinde arapça ilahilerle gösteriler yaptılar.

Şam Sokağında sedef kakmalı ahşap eşyaları da sayarasak görebildiklerimiz bu kadar oldu. Zira ziyaretçi yoğunluğu sebebiyle küçük bir alan olmasına rağmen hepsini göremedik.

Bu arada bizim teftiş bitti, işlerimizle ilgili önemli bir eksiğimiz bulunmaması sevindirici oldu. Yulardaki yemekler canım annemden öğrendiğim, kuru dolma, patatesli içli köfte, Annemin güzden kesip, bizlere gönderdiği makarnalardan sofra dergisindeki bir tarife göre yaptığım Ağrı Mantısı ve yine annemin nohutlu, köfteli ayran aşı. Benim çocukluğumda pesküdanla yapılırdı kışın. Bazı yörelerde buna lebeniye çorbası da deniyor. Bu yemekler geçen hafta sonu gelen arkadaşlarıma yaptıklarımdan. Bloguma bakamayacak kadar yoğun olduğum için bugüne kaldı. Eğitimlerimiz de yine devam ediyor. En son 'Problem Çözme Teknikleri' seminerini aldık. Tarifleri daha sonra yazmak üzere hoşçakalın.

 Posted by Picasa

11 Aralık, 2006

HERCAİ

Bu sabah işe gelirken, yol kenarlarının hercai menekşelerle düzenlendiğini görmek beni mutlu etti. Çocukluğumda Annem ve Babam iki çiçek sever insanın bahçemizde büyüttüğü rengarek çiçeklerden bir tanesi de menekşeydi. Nazenin, kibar, mahçup ve bir o kadar da güzel gelirdi bana. "Mor menevşe boynun eğmiş, gül kızarmış hicabından" dizesinden mi bilmem, menekşe boynu bükük bir güzel di benim için.

Menekşe bir çok çiçek te olduğu gibi en çok da anne-babamı çağrıştırdığı için daha bir yakın, daha bir duygulu, daha bir bizden geliyor bana sanırım. Bugün işyerime gelen amcanın, odamdaki benjaminden bir dal koparabilirmiyim fide için demesi üzerine, gözlerim doldu, başımı kaldırınca üzerindeki paltonun da babamla aynı olduğunu farkederek, tutar mı ki amcacığım dedim, tutarmı ki?..

Tutuyor, çok çoğalttım bunların benzerinden dedi babam gibi yine. Makasla, itinayla kesip, dışarda üşümesin diyerek paltosunun içine yerleştirirken gazetemi uzattım sarması için. Sarıp yine koynuna koyup, bir yığın teşekkürle yola koyuldu... Ben pencereye döndüm, buraya da ekilmiş hercai menekşeler. Günlerdir yoğunluktan bakamamışım. Bakışlarım çiçeklerden ötelere, E-5'e doğru uzandı, giden arabalar, belki de şu son otobüs, yada havalanından henüz kalkıp göklere süzülen bu uçak annemin olduğu yere gidiyordu. Anneciğim şu an İzzettin Keykavus hastanesinde yatıyor ve belki benim gibi pencereden hercailere bakıyor. Bu çiçek ve bu şiir bana O'nu, şu an elimde bir demet çiçekle, koğuşuna giriyor olmayı çok arzu ettiğim Annemi hatırlatıyor.


HERCAİ MENEKŞE


SENİ DÜŞÜNDÜKÇE KARLAR DÜŞÜYORDU YÜREĞİME,

SEN DÜŞTÜKÇE BEN ÜŞÜYORDUM,

VE KÖMÜR KARASI GÖZLERİNİ YAKIYORDUM ÜŞÜDÜKÇE!

SONRA GÜNEŞ OLUYORDUN…

DEĞİNCE YÜREĞİME,ERİYORDUM!

SONRA ÇİÇEKLER AÇIYORDU YÜREĞİMDE ATEŞ KIRMIZISI,

KAR BEYAZI...

KAR BEYAZI KARDELENLER BEN OLUYORDUM

HERCAİ MENEKŞE SEN… GELMİYORDUN!

SONRA UMUT OLUYORDUN,ÇOCUKSU DÜŞLERİMİ VERİYORDUN BANA ;

ÖZLEMLERİMİ, ÖZLENİŞLERİMİ…BULUT OLUYORDUN SONRA,DOKUNUVERİNCE YÜREĞİME YAĞIYORDUM!

DOKUNUVERİNCE YILDIRIMLAR DÜŞÜYORDU YÜREĞİME…

YANIYORDUM GÖZLERİN DEĞİNCE GÖZLERİME… AĞLIYORDUM!

SONRA GÜNEŞ OLUYORDUN…DEĞİNCE YÜREĞİME, ERİYORDUM!

SONRA ÇİÇEKLER AÇIYORDU YÜREĞİMDEATEŞ KIRMIZISI, KAR BEYAZI...

KAR BEYAZI KARDELENLER BEN OLUYORDUM

HERCAİ MENEKŞE SEN…

GELMİYORDUN! (Ali Galip SARI)

Hoşçakalın...

04 Aralık, 2006

CANDAN'IN ANNESİ....

Bugün çocuğun kontrolleri için hastane yolunu tutmak üzere arabaya geçmiştim ki bir mesaj sinyali geldi kulaklarıma. Açtım, inanamadım, bir daha okudum, değişen bir şey yok. Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz, inanıyoruz. Lakin, yine de bekleyemiyoruz, konduramıyoruz ölümü.

Mesaj Sevgili Berrin'den. Bloggerlar ve çoğu okuyucular tanır, bizim sevimli şirinemiz Candan'ı. Annesi, ani bir rahatsızlık neticesi hayatını kaybetmiş. Ölüm kaş ile göz arasında der ya eskiler, ölüm kaş ile göz arasında... Gelmiş ya cihane, baş ağrısı, o, bu hepsi bir bahane. Geçen de yazmıştım ya, 'Kimbilir nerede, ne zaman ve kaç yaşında, bir namazlık saltanatımız olacak, taht misali o musalla taşında'...Hemen telefonun tuşlarına dokundum, Candan'ın alo sesini duyuyorum, Allahım böylesi durumlarda konuşmak, birşeyler söylemek ne de zor. Rabbim sabrını, metanetini artırsın. Anneciğini rahmeti ile kuşatsın Sevgili Kardeşimizin.

Dünya işte' bir var bir yoksun' der bir şairimiz. Diğer bir şiirinde ise; "Çekme üç beş günlük dünyaya esef, dayan kalbim bir kaç nefes kadarcık" der ve çok sıkıldıysam birşeylere, bu dizeler dile gelir bende. Özellikle Necip Fazıl'ın ölüm temalı şiirleri etkiler beni. Yukardakilerden başka; " Ölüm güzel şey budur perde ardından haber/ Hiç güzel olmasaydı ölürmüydü Peygamber" dizeleri Babamın mezar taşında da yazar ayrıca. Yine " O dem ki perdeler kalkar, perdeler iner/ Azraile hoşgeldin diyebilmekte hüner" dizeleri de düşündürür beni. İyi yaşamak,azraile hoşgeldin diyebilmek, iyi atlara binip gidivermek, gitmesi mutlak olan bu yerden.

"Ölüm ölene bayram, bayramda sevinmek var/ Oh ne güzel bayramda tahta ata binmek var" dizeleri gönül telime o kadar derinden dokunmasa da;
"Gideriz nur yolu izde gideriz,
Taş bağırda, sular dizde gideriz,
Bir gün akşam olur, biz de gideriz,
Kalır dudaklarda şarkımız bizim" dörtlüğü beni alır götürür ötelere doğru. Allah Candan'ın Annesini rahmeti ile karşılasın, şu satırları yazdığım saatler kabrinde ilk gecesi. Dua edelim O'na ve tüm geçmişlerimize. Bizlere de Allah güzel yaşamayı, güzel bir şekilde ölmeyi nasip etsin. Bir bilge ağızın ifadesiyle; "kuşlar uçuyor, ömür geçiyor..."

Güzel günler dilerim.