23 Mart, 2007

Bugün Yazamadım Yine...

Bugün yazıya devam etme imkanım olmadı ve artık saat çok ilerledi. Ayrıca; son yazdığım postta yorum bölümü çıkmadı. Bloggerin bu sürümünü tam inceleyip, çözemedim sanırım. İyi geceler şimdilik hoşçakalın.

22 Mart, 2007

Savaş ve Oyunlarımız-2

Yağmurlu bir Istanbul sabahında, iflah olmaz trafiğimiz eşliğinde ulaştım işe. Artık akşam olmak üzere ama, hava kapalı ve ara-ara yine yağıyor yağmur. Ve yüreklerde aynı dualar, temenniler, aman yağsın diyoruz, su hayat ve kuraklık çok zor...

Hava akşama kavuşurken, ben 1974'lere uzanıyorum. Okula yeni başladım ve 'akşamcıyım'. Evet ben doğru yazdım, siz de doğru okudunuz; sabahçı, öğlenci ve akşamcı olarak gruplandırılmıştı ve okula başladığımda hep sabahçı olmak isteyen ben, akşamcıyım! İkindi vakti gidip, hava kararınca geliyorum. Beni karşılamaya vaktinde gelemedilerse, korka korka ilerliyorum.İlkokul birinci sınıfı akşamcı grubuna uygun gören idareyi hala taaccüp ve hürmetle yadediyorum! Okumayı ilk sökenlerdenim ve elime ne geçiyorsa okumaya çalışıyorum. Şimdilerde olduğu gibi, okumaya geçtik diye yüz tane hikaye alınmıyor tabii ve ben hikayelerden, eve alınan gazetelere, oradan da annem sandığı, dolabı açtığında, babamın önemli günlerde alıp, muhafaza ettiği gazetelere geçiyorum. Menderes ve arkadaşlarının idamını okuyorum şaşırarak. Daha sonra, İnönü'nün ölüm haberleri, cenaze töreninin yer aldığı bir çok gazete okuyorum. Bu okuma çalışmaları sonunda dönemin olayları belleğimde yer ederken, babamın dosyaladığı gazeteler ciddi bir biçimde zarar görebiliyor tabii... Ablası gibi erkenden okula gitme iştiyakı içersinde, ama enerjisi ve kıskançlığı ablasından oldukça katmerli olan al yanaklı, sarı bukleli afet bir kardeşe sahibim ve kendilerinin okuyamaması ve hele de 23 Nisan Bayramına iştirak edememesi derinden etkileyip, bize yırtılıp-çizilen defter, kitaplar olarak dönebiliyor ve dahi babamın arşive kaldırdığı gazetler de nasibini alıyor!...

Günlük gazetelerde en çok Kıbrıs Harbi ile ilgili haberler çekiyor ilgimi. Zaten radyoda, büyüklerin dilinde de aynı havadisleri duyuyorum. Yeni doğan çocuklarına savaş ismi veriliyor, harbin ve de askerlerimizin durumu merak ediliyor ve daha önce askerliğini yapmış olanlar tekrar askere sevkediliyor. (yarın devam etmek üzere, şimdilik hoşçakalın efendim.)

18 Mart, 2007

Çanakkale Zaferi



Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir?Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...
Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy
Bu şiirden sonra hangi söz, Çanakkale'yi daha güzel anlatabilir ki.... Cumartesi günü Edirnekapı Şehitliği'ni ziyaret ettik çocuklarla. Hem Mehmet Akif ERSOY'un kabrini hem de şehitlerimizi. Bir gazete de, savaşta hastane görevini üstlenen Istanbul'da, şehadet makamına eren 22 bin şehidimizin Edirnekapı'da olduğunu öğrendim. Bu kadar büyük bir sayı olduğunu bilmiyordum. İmkan bulabilen arkadaşlara muhakkak Çanakkale ziyaretini öneririm, çok başka bir ruh var orada, her gittiğinizde sizi saran. Edirnekapı'da da onca şehidin ruhani huzurunda bulununca, üzerinde gezilen toprağımızın, vatanımızın kıymetini daha bir derinden hissediyor insan. Aziz şehitlerimizin, gazilerimizin ve vatan şairimiz Mehmet Akif ERSOY'un ruhu şad olsun. Fatihalar hediye gönderelim lütfen...
Vehbi VAKKASOĞLU Çanakkale'nin Kahraman Kadınlarını yazmış, www.yenidunyadergisi.com/index.php?sf=arsiv_oku&id1=1568&id2=14 da. Okumak isterseniz, tıklayınız. Kıbrıs Savaşı ve çocukluğumuzun savaş oyunları bir sonraki posta bırakalım.
Hoşçakalın efendim.

14 Mart, 2007

Bir Diziden Kıbrıs'a, Savaş Zamanı Oyunlarımız


Öncelikle sayfamı güncellemem bu denli geciktiği için ziyaretçilerimden özür dileyerek başlamak istiyorum. İş çok yoğun, evde de daha ziyade dinlenme ihtiyacı hissediyorum, sanırım tam düzelemedim.

Hasta yattığım dönemlerde biraz ayaklanır gibi olunca, madem vakit var, fazla efor isteyen bir iş değil, içli köfte yapayım düşüncesi, benimle anılır bir espiri konusu olsa da ben yine kaloriferin yanındaki mutad yerimi alıp, çocukların ikisinin de yemediği içli köfteleri yaptım, gelene-gidene ikram ederiz Annem mantığı ile.

İkinci hastalık adeti de malum evde olunca, çocuklarla daha fazla sohbet etmeye çalışmak. Bu sefer ikisinde de daha az güç bulmuş olsamda gerçekleştirdik.

Benim pek dizilerle alakam olmamıştır ama, bu dönem bizde izlenen dizilerden iki diziden biri 'Hatırla Sevgili' Kızımla, yeğenim daha bir ilgililer, dizi sonunda da malumatlarımıza başvuruyorlar. Ben branş ve ilgi alanım gereği anlatınca, çocuklar henüz; annelerini her şeyi bilen ve çok büyük zanneden yaşta oldukları için o vakitler kaç yaşımda olduğumu ve olaylardan ne hissettiğim sorusu geliverdi.

Ben doğmadan çok önce olduğunu ama, bir başbakanı asmanın etkilerinin hala devam ettiğinden olsa gerek konuşmalarda geçen hüznü hatırlıyorum. Bir de sonra ki yıllarda, babası bir dönem ablamın okulunda müdürlük yapmış Deniz Gezmiş'in idamını ve ailesine duyacağı üzüntü üzerine yapılan konuşmaları hatırlarım. Benim asıl ilk yakın geçmişe dair anılarım Kıbrıs Harbine ait. Okumayı yeni öğrenmişim, gazetelerde okuyorum, radyodan dinliyorum, dayımın oğlu tekrar askere, daha doğrusu savaş görev emri ile Kıbrıs'a gidiyor, oyunlarımızda bile Makarios var, tüm bunların etkisi ile belki yıllar sonra uluslararası ilişkiler okurken, tez konusu olarak Kıbrıs'ı seçiyorum. Şimdi çıkmak zorundayım,daha sonra,devam etmek üzere, hoşçakalın efendim.

06 Mart, 2007

Merhaba

Artık ayaklandım, evden çıkıp, işe başladım. Hatta biraz daha iyileştiğimde katılmayı düşündüğüm gezilerin hayal/planına bile başladım sayılır. Yukarda yer alan görüntü Suriye'den. Hz. İsa' ya Peygamberlik vazifesinin verildiği yer olarak biliniyor. Meslektaşım ve çok sevdiğim kardeşim Sedef'in katıldığı Suriye gezisinden bir kare. Devamını ilerde gülirana'da paylaşmayı ümid ediyorum. Suriye benim görmeyi istediğim yerlerden biri, kısmette var ise gitmek istediğim yerler listesinin başlarında.

Rahatsızlığım sırasında beni yalnız bırakmayan tüm dostlarıma teşekkürlerimi iletmek isterim. Net'ten dostlarım, sıcacık mesajları ile sevgi ve ilgilerini hissettiğim; Hesna, Serra, Hatice (Dantelci), Serpil, Sevgi, Öznur, Gül, Manolya, Nazlı, Şennur, Şükran, Tuhfe, Sonia, Beyhan ve Nalan'a çok teşekkür ediyorum.

Black rumuzlu arkadaşımın sorduğu bir husus vardı, daha önce yayımlanmış bir eserim yok, emek ve o emeği vermek için de zaman gerekiyor ve ben biraz fazla koşanlardanım. Yazılarım devam edecek inşallah, kameram nihayet servisten geldi, güzel paylaşımlar dileği ile şimdilik hoşçakalın efendim.