16 Ağustos, 2012

Merhaba;

Hazır içeceklere hayır kararımızla birlikte, malum Ramazan Ayı içeceklere en fazla düşkün olduğumuz zaman dilimi olunca evde, vişne, kızılcık, reyhan  ve şeftali şerbetinin ardından limonata ve en son karpuzlu içecek sofrada arz-ı endam etmiş oldu. Bugun ev yapımı limonatamızı paylaşıp, yarın da kısmetse karpuzlu içecegimizi sunalım.

Limonata Malzemeleri

-- 4 adet büyük limon
-- 2 su bardağı şeker
-- 4 litre su. ( 2 litresisıcak, diğer 2 litre soguk)
-- 1 tepeleme tatlı kaşıgı limon tuzu

Limon kabuklarını rendenin küçük gözünden rendeleyelim.

Limon suyunu çıkarıp,üzerine şeker ve limon tuzunu da ekleyelim.

2 litre sıcak suyu üzerine döküp,şeker ve limon tuzu eriyene kadar karıştıralım.

Bir kenarda sogumaya bıraktığımız limonatayı süzgeçten süzelim.

2 litre soğuk suyuda ilave edip ve buzdolabına kaldıralım.

Nane yapraklarını ekleyelim.

Soğuduktan sonra servise hazır olan limonatamıza dilenirse hazırlık aşamasında suyun bir litresi azaltılarak maden suyu eklenebilir. Böylelikle gazoza benzeyen bir tad elde edilebilir.

Hoşçakalın.




15 Ağustos, 2012


08 Şubat, 2012

Kar yazisi


" Tam altı ay yağar kar, bembeyaz olur dağlar,
Dağlar yüreğim dağlar, öksüz kağnılar ağlar."

Bu yazıyı kaleme almaya, bir televizyon haberinde gördüğüm 'Çifte Minare' manzaralı, lapa lapa yağan kar oldu. Çifte Minare'yi, Şifahiye Medresesi'ni geçip aşağıya doğru süzüldüm, izlerken. Önce Taç Sitesinden geçip, Belediye Konservatuvarı'nın da yer aldığı, caddede buldum kendimi. Yıllar sonra, hem kuzey cephe, hem tavanı çok yüksek bir eski bina olması hasebiyle 'Sibirya' diyeceğimiz bu binanın önünde, kaymamak için milim milim ilerleyen, babasının eline sımsıkı sarılan bir küçük kız olarak buldum kendimi ve başladı zaman tünelinde yolculuğumuz...

Evdeyim... Soba atılan kok kömürleri ile yarı borusuna kadar kıpkırmızı olmuş. Lezzeti meşhur Akdağ patateslerinin küçükleri seçilmiş közlenmeyi bekliyor. Ne zaman diyorum anneme, ne zaman atacaksın pişmeye? Sobanın biraz geçmesi gerektiğini söylüyor Annem, dağlarmış yoksa. Bir taraftan O'nun becerikli hareketlerle kocaman kocaman yufklar açıp, börek yapışını izliyorum. Bir taraftan, atsak ne olacak sanki diyorum içimden. O da duymuş gibi cevap veriyor,
' hep böyle acele edip, başıma turp sıkar, sonra da yemez bu çocuk' diyerek. O vakitler, böyle bir sözden bihaber olduğum için; " ben de yok sabr-ı sükun.." diyemiyorum, susup, pencere önüne geçiyorum.

Pencere önünde de kar yağışından başka bir manzara, beyazdan başka bir renk yok tabii, çok sıkılıyorum görmekten. Bazen tipi çıkıyor, rüzgarda uğuldayan sese bir yığın anlamlar yüklüyorum. Kimi bir imdat çığlığı, kimi gamlı bir türkü oluyor. Kardan, kıştan bıkmışım, -çok çabuk hastalanıyoruz diye nadiren sokağa çıkıyoruz o vakitler-hiç bir neşeli şarkı canlanamıyor zihnimde tabii. Yıllar sonra, kışıyla meşhur şehirler arasında olmasına rağmen, gittiğimde karı göremeyeceğimi ve karı bu kadar özleyeceğimi ve oturup kar yazıları yazacağımı bilirmiydim hiç, kar benden intikam mı aldı, bilemiyorum. Karı izlemeye devam ediyorum. Ablamdan öğrendiğim, her tanesinin farklı desenlerde ve muhteşem olduğu hususunu hatırlıyor ve hemen bir mikroskop ile kendimi geniş pencere önünde karları incelerken hayal ediyorum. Olabilecek desenleri düşleyip, akabinde her birini yeryüzüne indiren rahmet meleklerinin hayaline başlıyorum. Hep te açık tenli, temiz yüzlü, melekler uçuşuyor gökyüzünde... Allah bizi çok seviyor çok, deyip mutlulukla doluyorum.

Ertesi gün soba üzerindeki çaydanlığın mır mır sesleri ile uyanıyorum. Annem sofrayı hazırlamış. Babacığım kızaran ekmeklerimize yağ ve yazdan bahçedeki güllerden Annem tarafından yapılmış gül reçellerinden sürüyor. Ablam kırk nazla, kardeşim iştahla sofradaki yerini alıyor. Yemiyoruz diye Babam biraz söyleniyor biz büyüklere. Dedem de biz de " bunlar, evlat değil sigara kağıdı. Vitrine koy seyret evlat niyetine" diyerek, zayıflığımıza kızıyor. Bir şu çocuk var içlerinde diyor ama, bu sözler bizim ufaklığın umrunda değil o iştahla devam ediyor kahvaltısına. Ben yine pencereye koşuyorum vakit öğlene yakın. O da ne! Allahım! Yaşasın karlar eriyor, toprak görünüyor! Toprak! diyerek kardeşlerimi muştuluyorum. Anneme artık bahar geldi değil mi Anneciğim! diyoruz heyecanla. O her zaman ki gibi ağır başlı cevap veriyor, belli olmaz yavrucuğum Allah bilir. Ardından mart gelince, kendisi hakkında söylenen tüm sözlerin gerçekliğini çıkarır gibi;

Kapıdan baktırıp, kazma kürek yaktıracak kışları yaşıyoruz yeniden. " Mart geldi, dert geldi" diyor yaşlılar. Ben eriyen karların buz oluşuna, görünen toprağın kar oluşuna üzülüyorum. Yine uyandığımda camlarda envai desenlerde buzlanmalar görüyorum. Sobanın kızgın ateşine dayanamayıp, eriyişini ve çatılardan sarkan buzları izliyorum. Akabinde geçtiğimiz kalorifer sisteminde sobayı, yağmayan kışlarda karı özleyeceğimi bilmeden.

Bu kar yazılarımın ilki olsun. Sizleri bunaltmadığım kanaati oluşursa, diğer etaplarına geçeyim. Hoşçakalın efendim. Posted by Picasa

19 Ağustos, 2011

Pembe Kek

Pembe Kek, görevli olduğum iftar programı öncesi zamanda çocukları görmek ve sofra kurmak faaliyetleri arasında koşuşturularak yapılan bir kek.

Çocuklara hem anneleri hem de babaları tarafından habersizce alındığı için evde bol miktarda bulunan şeftalilerden lezzetler arayışımın biri de kekimiz oldu. Ve tabii Tokatlı bir çalışma arkadaşımızdan alıp çocuklara yedirmeyi başaramadığım için kuşburnu marmelatını seçtim. Son olarak da besleyici değeri ve de Ramazan ayında olmamız hasebiyle hurma seçimim de yer aldı.

Pudingli kekimde kullandığım ölçülerle yaptım.

Malzemeler:
- 3 yumurta
- 1 su bardağı şeker
-yarım su bardağı sıvı/z.yağı
- yarım su bardağı kuşburnu marmelatı
- 1 büyükçe rendelenmiş şeftali
- minik doğranmış 5 hurma
- 1+1/4 kabartma tozu
- 2 bardak un.

Tüm keklerde olduğu gibi şeker ile yumurta çırpılarak başlandı. En son un ve una ilave edilmiş k.tozu ile dibe çökmemesi için una bulanan hurmalar eklendi.

Un konulduktan sonra tahta bir kaşıkla yavaşça karıştırıldı iyi kabarması için. 175 derece fırında yağlanmış borcam tepsi de pişirildi.

Mis gibi meyve kokusu ve gece sadece 1 tabak kalmış kekler en çok beğenilen durum oldu! (Abinin kakaolu kek, Zeynepciğin siyah kek yap cümlelerine rağmen bitirilmesi hoş oldu.

Marmelatın şekerli olması sebebiyle şeker miktarı biraz azaltılabilir fazla tatlı sevmeyenlerce. Yumuşacık meyveli browni tarzında bir kek oldu.



17 Şubat, 2011

Kartepe-Sapanca Arası

Yazdan kalma kareler... İş arkadaşlarımızla önce Kartepe'de bir tesise kahvaltıya, akabinde Sapanca'ya yemeğe geçtiğimiz neşe dolu bir geziydi.


Yemekten sonra hamak keyfi yapan çocuklarımız...


Kartepe'nin uzak köşelerinde, bizim öncü ekibin keşfettiği kahvaltı mekanından manzaralar..



Tabi güzelliği muhteşem, kahvaltıda ayrı tabak talebini 'sosyetiklik' olarak değerlendiren tesis görevlisi hayal ötesiydi !...

12 Aralık, 2010

KARLAR DÜŞER, DÜŞER DÜŞER....

Dün neredeyse bütün gün, kelimenin tam anlamıyla lapa lapa kar yağdı Istanbul'a. Kar tanelerinin süzüle süzüle, papatya yağarcasına inişini izledik. Bahçede yeşille beyazın buluşmasını,üzeri kar kaplı güllerin, menekşelerin şaşkınlığını hissettik sanki...
En çok da bahar dalına üzülüyorum. Her yıl bir yalancı baharda tomurcuklanıyor, bir tanesi açacak gibi olurken kar bastırıyor, daha da göremiyoruz çiçeklenişini... Muradı gözünde kalmış insanları hatırlatır bana solmuş tomurcukları.. Sahilde ki çiçek açmış meyve ağacı ne oldu kimbilir..
Çok eski bir şarkıda ifade edildiği gibi;
"ben bir küçücük gül tomurcuktum
aklım ermedi kış günü açtım.." dercesine solgun ve baharını kaybetmiş tomurcuklar, çiçekler...
Kar ve yağmurlu havalar en çok yazmayı sevdiğim zamanlar.. Bir de kar da başörtüsü probleminden dolayı okulu bırakan can dostum Zişan'dan ayrılırken otobüste çalan Sezen AKSU şarkısı...
"Karlar düşer, düşer, düşer ağlarım
Hep ismini, hep ismini anarım"
Fakülteye ilk geldiğim gün terminalde tanışığım, bir daha da hiç ayrılmadan aynı evlerde kalıp, birlikte edebiyat dergileri arayıp, birlikte okuduğumuz, sabahın ilk ışıklarına kadar - bitmeyen- sohbetler yaptığımız Zişan...
Uğurladıktan sonra geldiğim soğukça öğrenci evimizde kendimi yapayalnız hissettiğim karlı gün...
Yine birgün Bursa'da ender kar tutuşundan dolayı herkes gibi tüm arkadaşların ya kaymaya, ya kartopu oynamaya koşarken benim üşürüm endişesi ile kat kat büründüğüm gün, günler ve hep duyduğum cümle "sen nasıl Sivaslısın hep üşüyorsun" sözleri..
Eleğime karlı günleri koyunca yazacak çok ama arkadaşlar, oğlum sırada bekliyor...

"Bir ay doğar ilk akşamdan geceden
Şavkı vurur pencereden bacadan
Dağlar kışımış yolcum üşümüş"
diyor ve hayatınızın en güzel kışını yaşamanız dileği ile Allah'a emanet ediyorum...Hoşçakalın...

05 Eylül, 2010

Ali ve Kuzenleri


Öncelikle Kadir Gecenizi Kutluyor, huzur, mutluluk ve güzelliklere vesile olmasını diliyorum.


Bu Ramazan oruç tutabilen çocuklar arasında arkadaşlarına iftar verme revaçtaydı. Ali ve kuzenleri henüz o gruba giremediğinden kahvaltı da buluştular ve annesinin hazırlıkları arasında portakal ağacından ' yoncanın poğaçaları' minik misafirlerin çok beğenisini kazandı. Sandiviç ekmeği gibi içine krem peynir, nutella sürerek yemekten hoşlandılar.

Tarif için malzemeler:

- 2 su bardağı ılık süt
- Bir paket insant maya veya bir küçük maya
- 1 yemek kaşığı şeker
- 1 tatlı kaşığı tuz
- 1 su bardağı z.yağı
- 1 yumurta (akı sarısı ayrı)
- 5.5-6 bardak un

Ben elde yaptığım için elde yapma usulünü yazıyorum. Makina için siteye bakılabilir.

--Sütün içine yaş maya ve şekeri ekleyip 20 dakika bekletin. Diğer yanda z.yağının içine tuzu ve yumurta akını koyup karıştırın.

-- Süt ve yağı karıştırıp, unu eleyerek döküp, kulak memesinden yumuşak olacaak şekilde iyice yoğuralım.

-- 1 saat mayalandırıp, cevizden daha büyük yuvarlaklar oluşturup yağlanmış tepsiye diziyoruz. Yumurta sarısı sürüp 200 derece de pişiriliyor.

Hoşçakalın..