06 Aralık, 2008
Kurban Bayramı
12 Kasım, 2008
Tevfik Fikret'in Evinden Atatürk Arboretemu'na (Bitki Müzesi)-2
http://www.altistanbul.com/360+Istanbulda-Bir-CennetAtaturk-Arboretumu.html
Tevfik Fikret
11 Kasım, 2008
Aşiyan Yollarından Atatürk Arboretumu'na..
gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin
02 Kasım, 2008
Sonbahar
30 Ekim, 2008
YASSAK KALKMIŞ!
20 Eylül, 2008
BAYRAMINIZ ŞİMDİDEN KUTLU OLSUN
21 Haziran, 2008
Göç Zamanı...
31 Mayıs, 2008
Hoşgeldin Bebek!
28 Mayıs, 2008
Geldi Kiraz Mevsimi!
Kiraz Tadında Geçti Çocukluğum
Ozan Çelebi
13 Mayıs, 2008
Merhabalar Efendim....
Bu aralar evdeyim. Kitap ve gazeteleri elden geçirecek zamanım mevcut. 11 Mayıs'ta Taraf ta yer alan Ahmet ALTAN'ın yazısı ilgimi çekenlerden. Sizlerle paylaşmak istedim. Farklı düşünenler olabilir elbette. Bugün Mehmet Barlas'ın köşe yazısı da güzeldi doğrusu. Ustaların kalemine sağlık derken, sizleri Ahmet Altan'ın yazısı ile başbaşa bırakmak istiyorum. Bu arada yorum yazan ve de anneler günümü kutlayan dostlarıma çok teşekkür ediyorum. Sizlerin de gününüz kutlu olsun,iyi ki varsınız efendim. Hoşçakalın.
Gerçekler böyle kardeşler...
Bazen gerçekleri hiç öğrenmesek mi diye düşündüğüm oluyor doğrusu.
Çünkü gerçekler korkunç bu ülkede.
Bugün, Zihni Çakır’ın kitabında da yer alan MİT’in Sabancı cinayeti hakkındaki raporunu yayınlıyoruz.
Türkiye’nin en büyük işadamlarından birinin öldürülüşünün ardındakileri görmek insanın tüylerini ürpertiyor.
MİT’in raporuna göre, Özdemir Sabancı’yı öldüren çetenin üyelerinden biri bir yüzbaşı ve cinayet günü Sabancı Center’ın 25. katında o da var.
Fehriye Erdal ile Mustafa Duyar ise “devletin istihbarat teşkilatlarına” çalışıyorlar.
Büyük bir ihtimalle, Fehriye Erdal’ı Sabancı’ların yanına yerleştiren de o “istihbarat” teşkilatlarından biri.
Cinayeti planlayanlar polis şefi Hüseyin Kocadağ ile o sırada polis tarafından aranmakta olan Abdullah Çatlı.
Cinayeti para karşılığında üstlenen ise DHKP-C.
Suikastı gerçekleştiren şebekesinin bileşimi dehşet verici.
Bir asker, istihbarat teşkilatlarının ajanları, bir polis şefi, devlet çetelerinin içinde yer alan bir suçlu ve bir illegal örgüt.
Bu “ölüm kokteyli” bir araya nasıl geliyor?
Fehriye Erdal ve arkadaşları, bu cinayet için, çalıştıkları hangi “istihbarat teşkilatından” emir alıyorlar?
O yüzbaşı bu cinayete kim adına karışıyor? Hangi birimde çalışıyor?
Bir devlet çetesi olan Susurlukçularla “sol” olduğu söylenen illegal bir örgütün ilişkisi ne?
Belli ki aslında bu soruların cevapları da biliniyor. MİT
raporu açıkça belirtmese de, “Fehriye Erdal’la arkadaşlarının istihbarat teşkilatlarına çalıştığını” söyleyerek bu cinayetin devlete bağlı bir istihbarat teşkilatı tarafından örgütlendiğini ima ediyor.
Her yerde devletin parmak izleri var.
Bunlar çok açık olan izler ve bu izlerin peşinden gidip de işin “köküne” ulaşan kimse yok.
Dünyadaki her devletin karanlık ve karışık işleri vardır.
Ama gelişmiş ülkelerde hukuk “devletin karanlık yüzünü” de yakalar.
Amerika’daki “İrangate” olayını hatırlayın.
Orada da İran’a silah satıp bu payı gerillalara veren bir “derin devlet” örgütü yakalanmıştı.
Örgütün izleri sürülmüş, bir yarbay yargılanıp cezalandırılmıştı.
Ama bizde kimse Sabancı suikastındaki yüzbaşının ardına düşmedi.
Üstelik raporda adı da açıkça yazıyor.
Gelişmiş ülkelerle aramızdaki fark da bu zaten:
Hukuk.
Amerika’da da bizde de “derin devlet” var ama Amerika’da bir de hukuk var ve “derin devletin” yayılıp bütün devleti ele geçirmesini bu hukuk engelliyor.
Bizde ise hukuk yok ve derin devlet cinayetleriyle, suikastlarıyla, kanlı ilişkileriyle devletin içine yayılabildiği kadar yayılıyor.
Avrupa Birliği bize, “sizin de hukukunuz olsun” diyor.
Ve Danıştay Başkanı kalkıyor bizim de “hukuka sahip olmamızı isteyen” Avrupa’ya “sen bizim işimize karışma” diye cevap veriyor.
Avrupa karışmazsa hukuk daha mı sağlam olacak Türkiye’de?
Yoksa daha mı çürük?
Danıştay Başkanı, hukuku sağlam bir ülke mi istiyor yoksa hukuku çürük bir ülke mi?
Başkanının Avrupa’ya “bize karışma” dediği bu Danıştay’ın başsavcısı da “darbeleri övmüştü” ve gene bu Danıştay “darbeleri övmenin suç olmadığına” karar vermişti.
Danıştay Başkanı’nın devamını istediği, kimseye dokundurmadığı hukuk sistemi bu işte.
Hukukçularının hukuktan böylesine nefret ettiği kaç ülke var yeryüzünde, bilmiyorum.
Ama Avrupa’da bu tür ülkeler yok.
Bizim “hukukçuları” kızdıran da bu.
Onlar, devleti “hukuksuz” olduğu ölçüde güçlenen bir örgüt sanıyorlar.
Devlet, hukukun disiplininden koparsa “çete” olur.
Bir devletle bir çeteyi birbirinden ayıran hukuktur.
Hukuk olmadı mı böyle cinayetler işlenir işte. Kims
e katilleri yakalamaz.
Herkesin hayatı tehlikeye girer.
Hukukun olmadığı bir ülkede kimin hayatı güvende olabilir?
Hukuk olmadığında insanları kim korur?
Artık dünyanın bütün gelişmiş ülkelerindeki toplumlar birbirlerini denetliyorlar, devletlerin hukuksuzluğa kaymasını önlemekteki en kuvvetli çare bu.
Ancak toplumların dayanışması devlet zorbalığını önlüyor.
Ama bizim hukukçular bu “toplumlararası dayanışmayı” halka “dışardan karışmak” olarak anlatıyorlar.
Peki, sevgili hukukçularımız, başka toplumlarla dayanışmadığımız zaman siz bu ülkeye hukuku yerleştiriyor musunuz?
Yoksa derdiniz özgürce darbeleri övmek, “367” gibi hukukla alakası olamayan saçma sapan kararları kimsenin denetlemesine izin vermeden çıkarmak mı?
Siz neyin “bağımsızlığını” ve özgürlüğünü istiyorsunuz?
Ve, siz bu devlet cinayetleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir de bu konuda konuşsanız da ne düşündüğünüzü anlasak.
Taraf Gazetesi, 11 Mayıs Pazar
12 Mayıs 2008
20 Nisan, 2008
Nazlıca'nın Sobesi
27 Mart, 2008
NAZAR ETKİNLİĞİ ÜZERİNE..
İnsana, hayvana ve hatta cansıza da nazar değer. Nazar hastalık yapar, hatta öldürür. Kadınlara ve çocuklara daha çok tesir eder.
Peygamber efendimizin zamanında Esed oğullarından nazarı değen bir kimse var idi. Üç gün bir şey yemez, sonra çadırın bir tarafını kaldırıp oradan geçen bir deveye bakıp, (Bunun gibi bir deve hiç görmedim) der demez, deve yere düşer hastalanırdı.
Müşrikler, bu adamı bulup Peygamber efendimizi nazarla öldürmesini istediler. Cenab-i Hak da Resulullahı bunun nazarından korumuştur.
Bu hususta Kalem suresinin (Nerede ise, kâfirler seni gözleri ile yıkacaklardı.) mealindeki 51. ayet inmiştir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Nazar insanı mezara, deveyi kazana sokar.) [İ. Adiy]
(İnsanların yarısı nazardan ölür.) [Taberânî]
(Nazar haktır.) [Müslim]
Kendisine nazar değmiş veya nazar değme ihtimali olan kimse, aşağıda bildirilen duaların birini veya tamamını okumalıdır.
1- Fatiha, Ayet-el kürsi ve dört kul [Kâfirun, İhlas, Felak, Nas sureleri] 7şer defa okunup hastaya üflenirse, sihir, nazar ve her dert için iyi gelir.
Tuza okunup, suda eritilerek içmek de olur. (Fevâid-i Osmaniyye)
2- Sadece Fatiha ile ayet-el kürsiyi okumak da nazarı önler.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Fatiha ile Ayet-el kürsiyi okuyana, o gün nazar değmez.) [Deylemî]
3- Hz. Enes’in duası olarak bilinen duayı besmele ile okumalıdır. Bu dua hakkında hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Sabah akşam, 3 defa “Bismillâhillezî lâ yedurru ma'asmihi şey'ün fil Erdi ve lâ fissemâ' ve hüvessemî'ul alîm.” okuyan, büyü ve nazardan korunur.) [İbni Mace]
4- Nazar değen kimseye şifa için Ayet-el-kürsi, Fatiha, Muavvizeteyni [iki kul euzüyü] ve Kalem suresinin sonunu okumak çok iyi gelmektedir. (Medaric)
5- Hava kararıp şiddetli rüzgar esince Peygamber efendimiz, Kul euzüleri okuyup buyurdu ki: (Bu iki sure ile [belâlardan, nazardan] korunun! Hiçbir kimse, bu iki sure ile korunduğu gibi, başka şeyle korunamaz.) [Ebu Dâvud]
6- Göz değene, Peygamber efendimizin bildirdiği (Euzü bi-kelimatillahittammati min şerri külli şeytanin ve hammatin ve min şerri külli aynin lammetin.) tavizini okumalıdır.
Bu taviz her sabah ve aksam üç defa okunup kendi üzerine veya hastanın üzerine üflenirse, göz değmesinden, cin, şeytan ve hayvanların zararından korur. (Mevahib)
7- Peygamber efendimiz, bir şeye nazar değmesinden korktuğunda, Allahümme barik fihi ve la tedarruhu diye duâ ederlerdi. (İbni Sünni)
8- Nazarı değen kimse veya herkes, beğendiği bir şeyi görünce (Mâşâallah) demeli, ondan sonra o şeyi söylemelidir. Önce Mâşâallah deyince, nazar değmez.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Hoşa giden bir şeyi görünce, "Maşaallah la kuvvete illa billah" denirse o şeye nazar değemez.) [Beyhekî]
9- Nazardan korunmak için ayat-i hırzı okumak ve üzerinde taşımak da çok faydalıdır. Ayat-i hırzı yanında taşıyan kimse, nazar değmesinden korunduğu gibi, sihirden, büyüden, cin ile ilgili hastalıklardan da korunur. Her ne muradı varsa hasıl olur.
Hadis-i şerifte, (İlaçların en iyisi Kur'an-ı kerimdir) buyuruldu (İ. Mace) alıntıdır.
İnsanı tesir altına alan, hasta eden bazı vak’alar vardır ki, tıp ilmi bunlar için kesin teşhise varamamıştır. Gerçek sebebi hakkında da açık bir bilgi verememektedir. İşte bunlardan birisi de “nazar etme,” “göz değme”dir.
Nazarın gerçek olduğu, nazar edilen kimsenin hastalanmasına, hattâ ölümüne sebep olduğu da bilinen ve kabul edilen bir hakikattir.Nazarın gerçek olduğunu ve insanın kaderiyle yakından alâkasının bulunduğunu ifade eden Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:“Nazar haktır, kader ile yarışan birşey olsaydı, nazar değme işi yarışıp onu geçerdi (kaderi değiştirirdi).”
1 Nazarın kaderle her ne kadar alâkası varsa da onun tesirini yaratan yine Cenab-ı Haktır. Yoksa bizzat nazar eden kişi o hadiseyi meydana getirmiş değildir. Nazarı keskin olan kimse birşeye baktığı anda Cenab-ı Hak o şeyde zararı yaratmaktadır. Çünkü iyiliği de kötülüğü de yaratan Allah’tır. Allah’ın iradesi dışında hiçbir şey meydana gelmez.Nazar etmenin, ölümü, kişinin helâk olmasını netice veren cihetini Peygamberimizden öğreniyoruz. Câbir bin Abdullah’ın rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulmaktadır:“Göz değmesi haktır. Deveyi kazana, insanı da kabre girdirir.”
2 Böylece, nazara uğrayan deve nasıl ki ölüp, eti tencereye konuyorsa, aynı şekilde nazar edilen kişi dehayatından olup mezara girebilmektedir. Hadis-i şeriften nazarın tesirinin yalnız insana bağlı kalmadığı, bütün canlılara, hattâ insanı dikkatini çeken hertürlü şeye de zarar verebildiği anlaşılmaktadır.Asr-ı Saadette geçen, nazarla ilgili bir hadiseden, mü’minin beğendiği birşey karşısında nasıl davranması, neler söylemesi gerektiği, nazar etmenin din kardeşini öldürme sayılacağı, nazara uğrayan ve nazar eden kimsenin neler yapması gerektiği hususunda geniş bilgiler çıkarmak mümkündür.Sahabîlerden Amr bin Rebia, Sehl bin Huneyf’i yıkanırken görür,nazar eder. Sehl çarpılmış gibi yere yıkılır. Alıp Peygamberimizin bulunduğu yere götürürler. Durumu öğrenen Peygamberimiz “Kimden şüphe ediyorsunuz?” diye sorar. Sahabîler, Amr bin Rebia’nın ismini verirler. Bunun üzerine Peygamberimiz Amr’ı azarlayarak, “Sizden biriniz neden din kardeşini öldürüyor? Biriniz kardeşinde beğendiği, hoşuna gittiği birşey gördüğü zaman ona mübarek olması için dua etsin (Mâşallah, Bârekallah gibi sözler söylesin)” buyurur.Daha sonra Peygamberimiz bir miktar su ister ve nazar eden Amr’ın abdest almasını emreder.
3 Bir nevi abdest olan bu tatbikatı fıkıh âlimlerimiz şöyle tarif ederler. Bir kabın içine su konur. Nazar eden kimse bir avuç alır, ağzını çalkar, suyu kabın içine püskürtür. Sonra aynı sudan alarak yüzünü yıkar, sonra sol eliyle su alarak sağ elini yıkar, sağ eliyle de alarak sol elini bileklere kadar yıkar. Daha sonra sağ ve sol dirseklerini yıkar. Sonra dirseğini ve omuzu arasını yıkar. Sonra ayaklarını, sağ ve sol dizini yıkar. Elini ve ayaklarını yıkarken, kolunu ve dizinden aşağısını yıkamaz. Daha sonra sağ böğrünü aşağı doğru yıkar. Bütün bu organlarını yıkadıktan sonra su aynı kapta biriktirilir. Nazar eden kişi bu işi tamamladıktan sonra su kabını alarak nazar ettiği şahsın arkasında durup başına döker.
4 Kullanılan bu su pis sayılmamaktadır. Bunu Peygamberimizin bizzat kendi tatbikatından anlamaktayız.Peygamberimizin kısaca tarif ettiği ve âlimler tarafından da genişçe izah edilen bu yıkamanın bilinmeyen pek çok hikmeti, şüphesiz, vardır. En azından nazar şüphesini gidermek için bu sünneti yapmak gerekir. Bu yıkama ve dökme işi Sahabîler tarafından da zaman zaman tatbik edilmiştir.Bu iş yapıldıktan sonra nazar eden kimse bereket duasında bulunarak, “Mâşallah, Lâ kuvvete illâ billah” derse, meydana gelebilecek zararı Allah’ın gidereceği bildirilmektedir. Zaten bu yıkama işinin yapılması bir nevi fiilî duadır. Tesir ve şifa ise Allah’tan beklenmelidir.Nazardan ve ondan gelebilecek şerden Allah’a sığınmalıdır. Hz. Âişe’den öğrendiğimize göre, Peygamberimiz ona göz değmesine karşı rukye yapmasını (dua okumasını) emretmiştir.
5 Başka bir hadiste “Nazardan Allah’a sığınınız”
6 buyurularak, şifayı Allah’tan istememiz tavsiye edilmektedir.Peygamberimizin göz değmesi karşısında ondan korunmak için hangi duaları okuduğunu ve neler yaptığını Ebû Said el-Hudrî (r.a.) şöyle anlatmaktadır:“Resulullah (a.s.m.) (Cinlerin ve insanların nazarından Allah’a sığınırım, gibi dualarla) cinlerin nazarından, sonra da insanların nazarından Allah’a iltica ederdi. Sonra Muavvizetân (Felâk ve Nâs Sûreleri) inince bu sûrelere devam etti. Diğer duaları terk etti.”
7 Şu halde, nazar eden ve zarar verenleryalnız insanlar değildir. Aynı zamanda cinler de nazar edip, insana zarar vermektedir. “Cinlerin nazarı oktan daha sür’atli geçer” diyen bazı âlimler göz değmesini, cinlerin çarpması ve nazar etmesi mânâsında da anlamaktadırlar.Peygamberimizin tatbik ve tavsiye ettiği mânevî ilaçlardan başka yollara başvurup şifa aramak mü’mine yakışmaz. Cahiliye devrinde Araplar bazı hastalıklardan dolayı boyunlarına ve kollarına çeşitli âlet ve boncuklar takarlardı. Deva ve şifayı da o taktıkları şeylerden beklerlerdi. Şirk kokan, inancına uymayan bu nevi işleri şiddetle yasaklayan Peygamberimiz, “Kim birşey takarsa bütün işleri o taktığı şeye teslim edilir”
8 buyurmuştur. Böylece takılan o şeyin bir fayda vermeyeceği, ayrıca kişinin bütün ümidini bizzat ona bağlamasıyla da inancına zarar geleceği anlaşılmış oluyor.Nazardan korunmak için mânâsı bilinmeyen bazı muskalar yazıp kullanmak veya “nazar boncukları” takmak İslâm inancına uymayan bâtıl âdetlerdir. Bu gibi şeyleri insanın takınması caiz olmadığı gibi, bir hayvana veya bir eşya üzerine takmak da aynı şekilde meşru değildir. Peygamberimizin haram saydığı bazı şeyler arasında nazarlık takınmak da sayılmaktadır.9Bu işlere benzeyen ve halk arasında mum eritmek, kurşun dökmek veya ot yakıp hastanın başının üzerinde gezdirmek gibi hiçbir mânâsı olmayan tatbikatlara tevessül etmemek lâzımdır. Çünkü Cenab-ı Hak her türlü derdi verirken meşru olarak dermanını da yaratmıştır. Mü’min ölçü olarak sünneti almalı, o çizgiden çıkmamaya çalışmalıdır. İstikamet ancak bu yolla mümkündür.
1. Müslim, Selâm: 42; İbni Mâce, Tıb: 3.2. Keşfü’l-Hafâ, 2: 76 (Ebû Naim’dennaklen).3. İbni Mâce, Tıb: 32, Müsned, 3: 447.4. Neyevi, Şerh-u Sahih-i Müslim, 14 % 172-173.5. İbni Mâce, Tıb: 34.6. A.g.e., Tıb: 32.7. A.g.e., Tıb: 34.8. Tirmizi, Tıb: 24.9. Neseî, Zînet: 17.Mehmed Paksu Helal – HaramCevap 2:
NAZARDAN KORUNMA TEDBİRLERİ
Gözdeğmesi (nazar) illetine yakalanmadan önce korunmak için şu tedbirler alınmalıdır:1)
BİRİNCİ TEDBİR:
Sabah ve akşam koruyucu dua, evrad ve zikirlere devam edilmelidir.Onları okuyan kimseyi Allah (c.c.) nazardan muhafaza buyurur. Okunacak sure ve dualar çoktur.Bazıları şunlardır:Fatiha Suresi,Ayetü'l-Kürsî,Felâk Suresi,Nâs Suresi,Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in okuduğu muhtelif dualar.Nazara karşı şu duayı okumalıdır: "Yarattığı şeylerin şerrinden Allah (c. c.)' in tam olan kelimelerine sığınırım." (Ebu Davûd, Tıp, 19; Dârimî, İsti'zan, 48; Muvatta, İsti'zan, 34; Ahmed b. Hanbel, 4/430)Yine şu duayı okumalıdır:"Bütün şeytanlardan, zararlı hayvanlardan, Kem gözlerden Allah (c.c.)'ın tam olan kelimelerine sığınırım. Hiçbir iyinin ve kötünün yapamadığı ve Allah (c. c.) 'in yaratıp vücuda getirdiği bütün şerlerin şerrinden,Gökten inenlerin ve göğe çıkanların şerrinden,Yerde bitenlerin ve yerden çıkanların şerrinden,Gecenin ve gündüzün fitnelerinin şerrinden,İyilik için kapı çalan hariç, gece ve gündüz her kapı çalanın şerrinden Allah (c. c.) 'ın tam olan kelimelerine sığınırım.Ey Rahman (olan Allah'ım)" (Buharî, Kitabü'l-Enbiya, 10; Müslim, Kitabu'z-Zikr, 54, 55; Ebu Davud, Kitabu't-Tıb, 19; Kitabu'l-Edeb, 98; Tirmizî, Kitabu't-Tıb', 18; Kitabu'd-Deavât, 40; Ahmed b. Hahbel, 2/181, 290, 375, 448, 4/57.)Yine şu ayeti okumalıdır:"Doğrusu inkâr edenler, Kur'an'ı duydukları vakit (sana olan düşmanlıklarından dolayı) neredeyse gözleri ile seni yere sereceklerdi!Hâlâ da (senin için) mutlaka o, delidir! Diyorlar.Halbuki Kur'an, bütün âlemler için bir öğütten başka bir şey değildir." (Kalem, 68/51,52.)İnsanların ahvâline bakan kimse, nazar konusunda onlarda bir umursamazlık olduğunu görür. Oysa ki, bilhassa bebeklerin ve küçük çocukların şeriata uygun dualarla nazardan korunmaları gerekir.Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin (r.a.)'ı şu dua ile koruyordu:"Sizi, bütün şeytanlardan, Zararlı hayvanlardan, Kem gözlerden, Allah (c.c.)'ın tam olan kelimelerine sığındırırım." (Buharî, Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan rivayet etmiştir.)Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, torunları olan Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin (r.a.)'a hitaben yine şöyle derdi:"Şüphesiz ki, sizin atanız (İbrahim Aleyhisselâm) İsmail'i ve İshak'ı onlarla koruyordu." (Buharî, İbn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet etmiştir.)2)
İKİNCİ TEDBİR:
Nazar değmesinden korunma yollarından biri de, korktuğu ve şüphelendiği kişilerin yanında güzelliklerini teşhir etmemelidir.Hafız el-Bağavî "Şerhü's-Sünne" eserinde anlattığına göre, Hz. Osman b. Affan (r.a.) çok güzel bir çocuk görmüştü.Bunun üzerine, onu nazardan korumak için çocuğun velisine şöyle dedi: "Bu çocuğun çenesine siyah boya sürerek onun güzelliğini kamufle ediniz."
3) ÜÇÜNCÜ TEDBİR:
Gözdeğmesinden korunma yollarından biri de, görüp beğendiği bir şey hakkında, gören kişinin bereketle dua etmesidir.Bir kimse, kendi gözünün başkasına zarar vermesinden korkarsa, ona baktığı zaman şöyle demelidir:"Allah (c.c.) onu sana mübarek etsin." (Benzer ifade ile Bkz. Ebu Davud. Nikâh, 36; Tirmizî, Nikâh, 7; İbn-i Mâce, Ezan, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/281.)Veya şöyle demelidir:"Ya Rabbi! Ona mübarek eyle." (Benzer ifade ile Bkz. Müslim, Zühd, 74; Ebu Davud, Vitir, 31; Nesaî, Zekât, 12; İbn-i Mâce, Zühd, 8; Ahmed b. Hanbel, müsned, 3/108, 188, 5/77.)Yahut şöyle demelidir: "Mâşâallah (Allah ne güzel yapmış) Allah'tan başka kuvvet (sahibi) yoktur." (Ebu Davud, Edeb, 101.)Ya da buna benzer dualar etmelidir. O zaman Allah (c.c.)'ın izni ile zarar defolur gider.Kendi nefsinden, başkasına nazar değmiş olmasından şüphelenen ve endişe duyan kimsenin yapması gereken şey, Allah (c.c.)'dan korkması ve gözdeğmesine sebep olabilecek şeylerden sakınmasıdır. Bunun için Allah (c.c.)'ı çokça zikretmeye devam etmelidir. İnsanlardan hoşa giden bir şey gördüğü zaman Allah (c.c.)'dan, onu mübarek kılmasını dilemelidir.Yüce Allah (c.c.)'ın, insanlara vermiş olduğu nimetlere kesin olarak hased etmemelidir. Çünkü, eğer onlara hased ederse, sanki Rabbine karşı itirazda bulunmuş gibi olur.Cevap 3:
NAZAR DEĞMESİNDEN SONRA
Yukarıda, nazar değmemesi için alınacak tedbirler ve korunma çareleri açıklanmıştı. Nazar değdikten sonra da şeriata uygun çareler vardır. Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde bu hususa işaret eden deliller bulunmaktadır.Yine şu sure ve ayetler dua maksadıyla okunmalıdır.a) Fatiha Suresi,b) Ayetü'l-Kürsî,c) Felâk Suresi,d) Nâs Suresi,e) Ayrıca Cebrail Aleyhisselâm'ın, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'e okuduğu ve öğrettiği şu dua okunmalıdır:"Allah (c. c.) 'in ismi ile sana rukye ederim (okuyup üflerim). Sana eziyet veren her şeyin şerrinden, Her nefsin yahut hased edenin kem gözünün şerrinden Allah (c.c.) sana şifa versin. Allah (c.c.)'in ismi ile sana rukye ederim" (Buharî, Kitabu't-Tıb, 38; Müslim, Kitabu's-Selam, 40; Ebu Davud, Kitabu't-Tıb. 19; Tirmizî, Kitabu'l-Cenâiz, 4; İbn-i Mâce. Kitabu't-Tıb, 36. 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned. 6/332.)Yine Resûlüllah (s. a.v.) Efendimiz' in bir hastalığı olduğu zaman Cebrail Aleyhisselâm gelir ve şu duayı okurdu: "Allah (c.c.) 'in ismi ile sana rukye ederim (okuyup üflerim). Allah (c.c.) bütün hastalıklardan sana şifa versin. Hased ettiği zaman hased edenin şerrinden ve bütün kem gözlülerin şerrinden (seni korusun.)" (Müslim, Hz. Âişe (r.a.)'dan rivayet .etmiştir.)Bazı İslâm büyüklerinden nakledilmiştir ki; gözden sakınmanın şartı, iyilikleri, güzellikleri, zînetleri gizlemektir. Bir kimsenin kendisini, ailesini veya çocuğunu süsleyip el âleme teşhir etmesi uygun değildir. Allâme İbnu'l-Kayyım diyor ki: "Kim bu duaları okuyup tecrübe ederse, faydasının derecesini ve ona ne kadar çok ihtiyaç bulunduğunu anlar. Bu dualar, nazar edenin tesirine mâni olur. Onu okuyan kimsenin imanının kuvvet derecesine göre nazarın etkisini giderir. Çünkü bu dualar silahdır. Silah ise, kullanana göre etkili olur."Abdullah es-Sâcî (r.a.)'ın anlattığına göre, kendisinin çok güzel bir devesi vardı.Birgün devesine binerek yol arkadaşları ile beraber sefere çıktı. Yolculardan biri vardı ki, gözü değerdi. Bu durumu bilenler Abdullah'ı uyardılar. Devesini o adamın gözünden sakınmasını söylediler. Abdullah o adamın, devesine bir zarar veremeyeceğini söyleyip pek aldırmadı. Abdullah'ın sözlerini ve davranışını da o adama anlattılar. Adam, kendisini ispat etmek için Abdullah'ı kollamaya başladı. Bir mola sırasında Abdullah oradan ayrılınca, adam hemen gelerek deveye nazar etti. Biraz sonra deve hastalanıp yere düştü. O sırada Abdullah da çıkageldi. Deveyi o vaziyette görünce neler olduğunu sordu.Dediler ki: "Sen gidince hemen o adam gelip deveye nazar etti.Hayvana bakınca o da bu hâle geldi."Bunun üzerine Abdullah: "O adamı bana gösterin" dedi.Onlar da gösterdiler. Abdullah, adamın yanına varıp karşısında durdu.Sonra şu duayı okudu:"Allah (c.c.)'ın ismiyle hapsedenin hapsinden, Kuru taşın (şerrinden), Yakıcı kıvılcımın (şerrinden Allah 'c.c.)'a sığınırım).Nazar edenin gözdeğmesi, kendi aleyhine dönsün ve en sevdiği kişinin üzerine dönsün.Gözünü çevirip de (sema' ya) bak! Bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kez çevir de yine bak. Göz hor, Hakir, Bitkin ve ümidini kesmiş olarak tekrar sana döner." (Bu duanın son kısmı, Mülk Suresi'nin 3. ce 4. ayetleridir. Bkz. Mülk, 67/3-4..)Abdullah es-Sâcî bu duayı okuyunca gözdeğmesi kalktı. Allah (c.c.)'ın izni ile devesi iyileşti.Cevap 4:
UYARILAR1)
BİRİNCİ UYARI:
Gözdeğmesi (nazar) bazan insanlardan olur. Bazan da cinlerden olur.Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme (r.a.)' dan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, evinde bir kız görmüştü. Kızın yüzünde bir değişme farketti ve şöyle buyurdu: "Ona rukye yapınız (okuyup üfleyiniz). Çünkü onda gözdeğmesi (nazar) vardır." (Buharî ve Müslim, Ümmü Seleme (r.a.)'dan rivayet etmişlerdir.) Hafız el-Bağavî diyor ki: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz nazar değmesine işaret ederken cinlerden nazar değmiş olacağını kasdetmiştir."Deniliyor ki: "Cinlerin nazar etmesi, mızrak ucundan daha tesirlidir." Şüphe yok ki, insan kirli elbiselerini değişmek için çıkardığı vakit, Yahut tuvalet ihtiyacını gidermek için, Ya da bir başka sebeple avret yerini açtığı vakit cinlerin nazarından korunmak için dua etmelidir. Bu da Cenab-ı Hakk'ın ismini zikretmekle olur.Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Onlardan (insanlardan) biri helaya girdiği zaman, başka bir rivayette, elbisesini çıkarıp bir yere koyduğu zaman bismillah demesi, cinlerin gözleri ile Ademoğlunun avret mahallinin arasında bir perdedir." (Tirmizî. Sünen'inde ve Ahmed b. Hanbel de Müsned'inde rivayet etmişlerdir.)2)
İKİNCİ UYARI:
Cenab-ı Hakk'ın ihsan ettiği sağlığı, Güzelliği, Nâli olduğu nimetler ve sair sebeplerle gözdeğmesine hazır olan kimse, daima tedbirli olmalı ve kendisini teşhir etmemelidir.Özellikle kadınlar kendi güzelliklerini ve bilhassa kız çocuklarının güzelliklerini aşırı derecede teşhir etmemelidirler. Çünkü bunun sonucunda birçok üzücü olaylara şahit olunmaktadır.Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Esma binti Umeys (r.a.)'a hitaben şöyle buyurmuştur:"Bana ne oluyor ki, kardeşoğullarının cisimlerini zayıf görüyorum! Yardıma muhtaç duruma gelmişler." (Müslim, Câbir b. Abdullah (r.a.)'dan rivayet etmiştir.) Bunlar Hz. Cafer b. Ebu Tâlib'in çocukları idiler. Esma dedi ki: "Onların bir hastalıkları yok. Fakat onlara nazar değdi."Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "(O halde) sen onlara rukye yap. (okuyup üfle.)" (Ahmed b. Hanbel. Müsned, 3/333.)3)
ÜÇÜNCÜ UYARI:
İnsanlardan bazıları rukye tedavisi (okuyup üfleme) talep ettikleri zaman okuyan kişinin inancının sağlam olup olmadığını, Maksadını, İlmini araştırmıyorlar. Bu sebeple de sahtekârlara, Büyücülere ve kötü maksadlı olanlara yöneliyorlar. O bozguncular, yapıcı olmaktan çok yıkıcıdırlar. Hatta onların içinde niceleri vardır ki, haram olan şeyleri, Yahut bid'atları, Ya da şirk olan şeyleri insanlara emrederler. Böyle kimselerin şerlerinden muhafaza etmesini Yüce Allah (c.c.)'dan dileriz.Rukye (okuyup üfleme) talep eden kimseye gereken şey, dikkatli olması ve işini sağlam apmasıdır. Yani, ya kendisi okumalı, Yahut da buna ehil olan imanlı ve ihlâslı kimseleri bulmalıdırlar. Şunu da iyi bilmelidir ki; Eğer şeriatın uygun gördüğü şartlar uygun olmazsa, rukye yapmak caiz olmaz.Hz. Yusuf Aleyhisselâm'ın kıssasını anlatan şu ayetin mânâsını derin derin düşünmeliyiz:"Ayrı ayrı kapılardan (şehre) girin (ki size nazar değmesin.) Yine de Allah'ın takdir ettiği bir şeyi ben sizden gideremem. Hüküm ancak Allah'ındır. Ben ona güvenip dayandım. Tevekkül edenler de yalnız ona güvenip dayanmalıdırlar." (Bkz. Yusuf, 12/67.)Bilmelidir ki, gözdeğmesinden (nazardan) korunmak ve onu tedavi etmek, ancak Allah (c.c.)'dan ve onun Resûlü'nden gelen şeylerin doğruluğuna inanmakla mümkün olur. Eğer bu konuda şüphe ve tereddütleri olursa, ilacın tesiri de azalır.Selam ve dua ile...
20 Mart, 2008
Yağmur arası mola...
Bizden çok daha zor durumda, amansız hastalık, yoksulluk ya da düşman zulmü altında inleyen insanlara daha samimi dua etmemize ve sabretmemize vesile olan bu süre inşallah bizim için hayır oldu.
Günlerdir yağmur yağıyor şehre... Yeşillikler köpürmüş, ağaçlar donandı. Sabah ki toplantının olduğu son katın cam tavanına çarpan yoğun yağmur damlaları bir şelale kenarındaymış gibi his verdi. Başbakan adayımızda baharla birlikte yaz etkinlikleri hayalleri kuruyor. Ayrıca kaydolduğu at klubünde hafta sonları, kendisi gibi beyaz bir at buldu ismi 'şeker'
Ali'yi merak edip yorum bırakan dostlarımız, Serra, Yıldız, Şennur, Şükran, B.Çiçeği Öznur, Hatice, Münevver Abla, F.İncegülü, Perihan, Nazlı, Gül, Candan, Hülya, Sonja, Tuhfe, Beyhan, Serinmavi, Elvan ve Berrin'e gönülden teşekkürler, sevgiler...
Bahar ve yağmurla birlikte bu kez de bir halk şiiri ile yazımı noktalamak istiyor, hepinizi Allah'a emanet ediyorum.
Bahar geldi çayır çimen yürüdü
Yaylaya göçmenin zamanı geldi
Dağlar yeşil giydi karı eridi
Suyundan içmenin zamanı geldi
Çok şükür bu yıl da erdik bahara
Gülü gördü bülbül başladı zara
Açıldı sinemde bin türlü yara
Yine dert açmanın zamanı geldi
Pınarı var ormanı var gölü var
Çiğdemi var çiçeği var gülü var
Arısı var peteği var balı var
Bunları seçmenin zamanı geldi
Hüdaî zamanın geçer boşuna
Kuşlar bile hep kavuştu eşine
Şimdi bu mevsimde dağlar başına
Yar ile kaçmanın zamanı geldi
Aşık Hüdai
01 Mart, 2008
Bir Açıklama..
Ayrıca iyileşme sürecinde dualarıyla destek olan başta Feride ve Nisa olmak üzere tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyor, tüm hastalarla birlikte tamamen sağlığına kavuşmasını diliyorum.
10 Şubat, 2008
Ve Nihayet Kartepe Görüntüleri ve Şiir...
zâlim beni söyletme derûnumda neler var...
bilmez miyim ettiklerini, eyleme inkar!
zâlim beni söyletme derûnumda neler var...
‘Takrîr edemem sûz-ı dil ü derd-i derûnum Söyletme beni hâtır-ı zârımda keder var’
Karanlıkta Kar Yağıyor
Ne maveradan ses duymak,
ne satırların nescine koymak o,
ne bir kuyumcu merakıyla islemek kafiyeyi,
ne güzel laf,
ne derin kelam...
Çok şukur
hepsinin
hepsinin üstündeyim bu aksam.
Bu aksam
bir sokak şarkicisiyim
hünersiz bir sesim var;
sana,
senin işitemeyeceğin bir şarkiyi söyleyen bir ses.
Karanlıkta kar yağıyor,
sen Madrid kapısındasın.
Karsında en güzel şeylerimizi
ümidi, hasreti, hürriyeti
ve çocukları öldüren bir ordu.
Kar yağıyor.
Ve belki bu aksam
ıslak ayakların üşüyordur.
Kar yağıyor,
ve ben simdi düşünürken seni
şurana bir kursun saplanabilir
ve artık bir daha ne kar, ne rüzgar, ne gece...
Kar yağıyor
ve sen böyle deyip
........
........Nazım Hikmet Ran
23 Ocak, 2008
Kartepe'den..
16 Ocak, 2008
Gülelim, Düşünelim
HER ŞEYE RAĞMEN "MAZERET YOK"
Önceki akşam bir programımız vardı. Dr. Şaban Kızıldağ'ın da konuşmacı olarak katılacağını duyunca, ilk etapta yorgun argın bir de konuşmamı dinleyeceğiz düşünceleriyle salona ilerledim. Lakin itiraf etmeliyim ki, konuşma sonunda dinlendiğimizi hissettik. Şaban Bey'in aktardığı, eğitim verdiği İETT şöförleri gibi "damardan giriyor şeref... " demedi isek te onlar gibi pek mutlu-mesut dinledik.
Konu itibariyle, Prof.Dr.Canan Çetin hanımefendi'nin zevkle dinlediğimiz seminerlerinde olduğu gibi kendini keşfeden, mükemmel yaratılan ama, önce sınırlayarak yetiştirilip, akabinde mazeretler üreten bir toplum olmanın bariz örneklerini sıraladı.Canan Hoca'nın güzel tabiri ile kartal olarak doğup, kendini tavuk olarak yetiştiren aile ve çevre sayesinde tavuk mezarlığında yatan kartaltavuğun serüvenine bir başka açıdan baktı Kızıldağ. Konuşmasına milletimize has, birkaç sivri örnek ile başlayarak.
Aktardığı yaşanmış sivriliklerin ilki, "fabrikada bilmem kaç derecede yanıp, çeliği eriten fırında sigara yakan iki kafadardan Trabzonlu ölüyor ve kayıtlara iş kazası olarak geçiyor. Teşvik eden Giresunlu bu sigara keyfinden sağ kurtulabiliyor."
Yine Rize Çayeli'nde "ayakkabısındaki kumu çıkarmak için elektrik direğine tutunup, ayağını sallayan adamcağızı çevreden gören iyiliksever insanlar(!) elektrik çarptığı düşüncesi ile kürek sapı ile çarpıp, kaburgasını kırıyorlar ve mahkeme kayıtlarına ' iyi niyetli yaralama' olarak geçiyor."
Memleket özelliklerimizi anlatması açısından bariz bir örnek olan hikayecik te ise;
Birlikte yolculuk yapan Trabzonlu, Kayserili ve Diyarbakırlı kazada vefat edip, defnedilirler. Hikaye bu ya, belli bir süre sonra, Trabzonlu çıkagelir. Nasıl oldu deyince, beşmilyar verirsem dönebileceğim söylendi, verdim, döndüm geldim der. Peki diğerleri ne yaptı diye sorulunca; ben gelirken Kayserili üç bin beşyüz olmaz mı diye pazarlık yapıyor, Diyarbakırlı ise ben vermem devlet versin diye diretiyordu der."
Örneklerimizden sonra Maraş'ın orman köylülerinin tabiri ile,"gelgelelim çam kesmeye", sadede efendim.
"Bir musevi çocuk, beni yavrum dünyayı değiştirecek, uçaklar yapacak, arz-ı mevudu gerçekleştirecek ninnileri ile büyürken, bizim çocuklar nerdeyse halen 'dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana, kov bostancı danayı, yemesin lahanayı' gibi en fazla kendinin olmayanı yememe dışında, hiçbir anlam ifade etmeyen ninnilerle büyür. Ha bir de 'tıpış tıpş yürüsünü' duyabilir yürür, okur, bir işe gider gelir ve tüm kutsal kitaplarda mükemmel yaratıldığı ifade edilen, bizim kitabımızda da 'ahsen-i takvim- en güzel şekilde yaratıldığı' belirlilen insan dünyayı değiştirebilecek, büyük işlere ve buluşlara imza atacak güçte görmez kendini.
Nasıl görsün ki ıssız adada bile, insanın neler yapabileceğini ifade eden Robinson Cruse' yi pek fazla, hatta birçoğu işitmez ama, önüne çıkan eski bir lamba ile saraylar sahibi olup, padişah kızı ile evlenen Alaattin'i hepsi bilir. Yine bir kuyuya leblebi atıp, binbir çeşit yemekler sunan sofraya ve altın -gümüş akıtan değirmenlere sahip olan Keloğlan masallarının envai çeşidini dinleyerek büyür ve bunların hiçbirinde de çalışmak, çok çalışmak, üretmek ve kendine güvenmek yoktur.
Masallarda ki cin çıkmayınca da, loto, toto, piyango hayalleri peşinde tükenir nice ömür. Bir Kızıldağ'dan bir kendimden yazıyorsam da mevzu aynı olunca mesele olmaz diyorum. Girişimcilikten uzak, sadece sessiz, saygılı, başına vur ekmeğini elinden al örneğinin sitayişle anlatıldığı bir süreçte büyüdü bizim nesil.
Günümüzde de pek istikbal vadeden bir çocuk terbiyemiz ve eğitimimiz olduğu söylenemez ya. Şimdi de her imkan önüne dercedilen, hayatı tanımayan, en ufak bir sıkıntıda kumdan kale gibi dağılacak çocuklar yetiştiriyoruz.
Okulda hep anlatılan yurdumuz bir cennet, yeraltı ve yerüstü kaynakları zengini bir ülkeyiz denir de Japonların belirttiği gibi, Hiroşuma'yı çocuklara gösterip, bakın biz güçsüzken başka devletler geldi ve bizim atalarımızı bombalayıp öldürdü. Biz güçlü olacağız ki, başkaları gelecek cesareti bulamasın örneğini biz de Çanakkale gezilerinde anlatmalıyız. Turist gibi gezmeyip, 'hasta adam' olmanın kaç bin ecdadımıza mal olduğunu, tüm olumsuzluklara rağmen inançla duvar ördüğümüzü, bundan böyle inançlı ve güçlü bir millet olmaya mecbur olduğumuzu vurgulamalıyız.
Bizim en çok yaptığımız, laf üretmek, bir şeyleri herşeye rağmen başarmaya odaklanmak yerine ' mazeret üretmek.'
Halbuki bize düşen Münir Arıkan'ın tabiri ile, olmak, bulmak ve kalmak. Odaklanmak, illa başarmak. Kızıldağ'ın salona tekrarlattığı gibi, hep birlikte tekrarlayıp, inanalım. HER ŞEYE RAĞMEN MAZERET YOK. MÜKEMMEL YARATILAN BİR İNSANIZ, BULUNDUĞUMUZ NOKTADA EN İYİSİNİ YAPIP, BAŞARMAYA MECBURUZ.
Lise yıllarımda okuduğum bir sözü şiar edinip, meslek lisesinde okumama rağmen, yapabileceğim en iyiye odaklanmıştım. "Gül dalında gonca değil, dağ yolunda yonca olabilirsin. Ama o yoncaların en iyisi sen olmalısın." Hayat hiçbir şeyi altın tepside sunmayabilir ama, elinde olan kumaştan en iyi elbiseyi dikebilirsin diyor ve hepinizi Allah'a emenet ediyorum. Hoşçakalın.
07 Ocak, 2008
Turna'nın Teline Dokunurken...
Gönül teline dokunan türküleri rast gelince dinlemenin dışında ilk kez, geçtiğimiz günlerde Zaman'da neşredilen Sadık Yalsızuçanlar'ın batan tekneyle birlikte Ege'nin serin sularında hayatları ve ümitleri sönen kaçak göçmenlerle ilgili yazısını okuyunca daha bir derinden hissettim. Ortadoğu ve Afrika kökenli garibanların ekmek uğruna yaptıkları yolculuğu, turna türküleri ile ifade etmiş, Yalsızuçanlar.
Bir Çift Turna Gördüm Durur Dallarda
Seversen Mevlayı Kalma Yollarda
Sizi Bekleyen Var Bizim Ellerde
Bizim Ele Doğru Gidin Turnalar
Turnam Dertli Öttün Derdimi Deştin
El Vurdun Yaremin Başını Açtın
Esinden Mi Ayrıldın Yolun Mu Şaştın?
Doğru Bir Katara Gidin Turnalar
Fazla Gitmen Bizim Ele Varınca
Selam Söylen Ese Dosta Sorunca
Sağ Selamet Menziline Varınca
Benden Yare Selam Edin Turnalar
Eşinden, sevdiklerinden geçim gailesi ile ayrılıp, doğru bir katara da varamayan gariplere sağ-selamet menzile ulaşmak ta nasip olmamıştır.
Telli turnaların gönül telimize dokunması bu vakıa ile de sınırlı kalmadı. Sonra ki hafta, telli turnaların Muş-Bulancak'ta bulunan 11 taneden ibaret olduğunu öğrendim. Bu demekti ki, bir çok canlı da olduğu gibi, o çok bizim olan, halkımızın türkülerinde, gönlünde çok yer eden telli turnaları bizden sonra ki nesil, sadece resimlerinden tanıyıp, türkülerde adını işitecek.
"Ben derdimi hangi dağa... Turnalar " ya da
Kaleli Hafız'ın arşiv bantlarında ki gibi
"Çıkın akbabaya edin niyazı,
Uğrama Pasin'e geç gelir yazı
Bizde de misafir Erzurum sazı
Ordan yare selam edin turnlar" diyerek yarine, sevdiklerine bir selam göndermesi muhal olmaz mı biraz..
Bizden sonra ki nesil bir yana biz de turnaları toplam kalite sistemi çalışmalarında "simurg" larla tanıdık diyebilirim. V şeklinde uçan, bu şekilde rüzgarı engelleyen, ayrıca mükemmel bir takım çalışması ile, en önde uçanın belli bir süre sonra en arkaya geçerek, takımın uçuş hızını hep aynı seviyede tutan simurgları örnek alırken çok yakınımızda ve hep bizim olduğunu düşündüğümüz turnalar olduğunu öğrendik.
Tabii katar katar olup, gelen turnalara sevdiklerini soran ahvadın derdi daha başka olunca bu özelliklerini algılamadık.
Katar katar olmuş gelen turnalar
Bizim elden haberiniz var m'ola
Fidan boylu da gül yüzlü yarim
Benim ile ahtımanı bir m'ola
.... ....... ........
Oyna turnam oyna yüksekte oynaKalma şu sehilde Konur'da yayla
Turna başın için gel doğru söyle
Derbeder Öksüz'ü anan var m'ola
Yine, flamingolar olarak bildiğimiz sevimli kuşların da türkülere sıkça konu olan "allı turnalar" olduğunu bilmezdik birçoğumuz.
Turnalar turnalar allı turnalar
Turnalar turnalar telli turnalar
Şanlı turnalar
Nazlı yar gayri gelmezmi
Halinden haber vermezmi
Bunca hasretlik yetmezmi derken, yine;
"Allı turnam bizim ele varırsan,
Şeker söyle kaymak söyle, bal söyle,
........
Eğer bizi sual eden olursa,
Boynu bükük, benzi soluk yar söyle,
.... .......
Allı turnam ne gezersin havada,
Arabam kırıldı, kaldım burada,
..... ......
Ne onmamış kulumuşum dünyada
Akşam olsun allı turnam dön geri,
...... ....... turnalar ey" derken sanki tüm derdini açıp, gamını, kederini paylaştığı turnalardır.
Turna'ya dökülen dert çok, gönül telinin turna teli ile birleştiği türkülere bu sayfa yetmez. Hain eller tarafından gençliklerinin baharında, ümidlerinin kapısı olan bir dershane önünde katledilip,bir nazlı turna gibi uçup giden, yüreğimizi kanatan yavrularımız misali, telli turnalar da döner mi bilmem.
Hain ellerin son çırpınışında, genç fidanlarımızın ailelerine Rabbim sabır versin.
Milletimiz ve memleketimiz payidar olsun.
Son bir telli turna dörtlüğü ile hoşçakalın efendim.
Telli Turnam Gökyüzünün Gülüdür
Esip Konducağın Bağdat Elidir
Gözüm Yaşı Mahramalar Çürüdür
Aşamazsan Telli Turnam Dön Geri
03 Ocak, 2008
Kar Var Istanbul'da!..
Bu sabah önce Karacaoğlan'ın tabiri ile incecikten bir kar başlayıp, elif elif diye yazdıysa da biz biraz sonra kesileceğinden neredeyse emindik. Çoğu cılızların kuvvetlilere galebe çalması gibi, kar yağışı giderek güçlendi ve pencereden baktığımızda cümle ağaçlar, karşı tepeler ve de otoparktaki araçlar karla kaplandı. İşyerindeki herkes birbirini muştularken, çoktandır kar bekleyen bizim başkaban oğul da bu muştudan nasibini aldı lakin, bir dev şehir olan bu şehri İstanbul'da henüz bizim ilçeye kar yağmadığından oğluşum sevinemedi sabah. Sonrasında okula giderken başladı mı kar orada da akşama öğreneceğiz bakalım.
Bu sabah biraz hüzünlü şiirler dilimde ise de, sabah baygınlık geçiren personelim bu hüznümü bir kat daha artırdı ise de, çocukluumda yaşlıların söylediği gibi, yağan karın havanın mikrobunu alıp götürdüğü gibi benim de hüznüm, lapa lapa yağan karla geçip gitti.
Şimdi kar şiirleri dolaşır belleğimde. İlki Sezai Karakoç'tan.
"Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlayacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın" derken, Nazım Hikmet kar yağışını anlatırken beni çocukluğuma götürür biraz da.
Kar Yagiyor
Lambayi yakma, birak,
sari bir insan başidüşmesin pencereden kara.
Kar yagiyor karanliklara.
Kar yagiyor ve ben hatirliyorum.
Kar...
Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman işiklar...
Ve şehir kör bir insan gibi kaldialtinda yagan karin.
Lambayi yakma, birak!
Kalbe bir biçak gibi giren hatiralarindilsiz olduklarini anliyorum.
Kar yagiyorve ben hatirliyorum.
Erdem Beyazıt, Kar Altında Hüzün Denemesinde, biraz da benim sabah ki hüznüm ile karı birleştiriyor sanki.
Kar Altında Hüzün Denemesi
Dünyanın en uzun hüznü yağıyor
Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne
Kar yağıyor ve sen gidiyorsun
Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun
Belki bulmağa gidiyorsun
kaybettiğimiz O insan ve tabiat çağını
Dön bana ve dinle
Kuşlar uçuşuyor içimde
Loş bir keman solosu gibi
Kuşların uçuştuğunu içimde
Dön bana ve dinle.
Karanlık denizlerin dibinde
Birtakım incilerin olduğunu
Birtakım incilere ve hatıralara
Neden bağlı olduğumuzu unutma.
Duy beni ve dinle
Denizler boğuşuyor içimde.
Unutma diyorum ama sen anla
Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara.
Derken bekli de en ziyade zülfiyare dokunan, Yahya Kemal Beyatlı'nın 'Kar Musikileri' ve O'nu zikretmeden bu babı kapatmak olmaz.
Kar Mûsikîleri
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu;
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.
Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,
Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı,
Bir erganun âhengi yayılmakta derinden...
Duydumsa da zevk almadım İslâv kederinden.
Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.
Birdenbire mes'ûdum işitmek hevesiyle,
Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle.
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık! der. Kar şiirleri, türküleri ve de doğup, büyüdüğü vakitler 'tam altı ay yağan kar' ile büyüyüyen bendeniz de karla ilgili yazacak çok ama ne yer yeter, ne zaman.
Daha önce yazılan;
akcahan.blogspot.com/2007/01/kar-yazisi.html
akcahan.blogspot.com/2007_02_01_archive.html
adreslerine de dileyen bir göz atabilir derken, karlı, bereketli, mutlu, umutlu yarınlar diliyorum. Hoşçakalın efendim.
01 Ocak, 2008
Yeni Yıl da ve Her Zaman..
Yurdumuzda milletce; sağlık ,huzur,hoşgörü ve barış içinde sevgi dolu bir YAŞAM.
Hayatın güçlüklerine katlanabilecek kadar İNANÇ,* Geleceğin daha iyi olacağına inanacak kadar ÜMİT,
* Doğru bildiklerim için mücadele edebilecek kadar CESARET,
* Topluma, aileme, İslam’a faydalı olabilecek kadar SAĞLIK,*
İhtiyaçlarıma yetebilecek, zekâtını verebilecek kadar PARA,*
Başkalarının daima iyi yönlerini görebilecek GÖZ,*
Çevremizdeki insanlara yardım eli uzatacak kadar CÖMERT,
İnsanlardan karşılık beklemeden yapabileceğimız İYİLİK,
* Hayatın zorluklarına karşı hayatı ve insanları kuşatacak SEVGİ,
* Yastık kadar yumuşak ve rahat bir VİCDAN,
* Dilini, belini, kalbini, keseni ve gözünü haramdan saklayabilecek İRADE,
* Gördüklerinin, duyduklarının düzelmesini bekleyebilecek kadar SABIR,
* Günahlarını, noksanlarını itiraf edebilecek kadar FAZİLET,
* En kötü halinde bile Allah’ dan razı olabilecek kadar ŞÜKÜR
ihsanı talebiyle... hoşçakalın...