30 Ekim, 2006

Bayram Hikayemizi Bitirelim

Pek aralıklı bir hikaye oldu bizimkisi. Büyüklerin tabiri ile bayramdan sonra bayramın mübarek olsunvari bir iş bu da. Gerçi benim büyüdüğüm yerde küçüğün büyüğe bayram ziyaretinden sonra, büyüklerin iade-i ziyaret yaptığı, yakınlarını kaybedenlere, ilk kez o bayram ayrı olacakları için, 'yas bayramı' adı pek hoş gelmese de kulağa, anlam olarak, işleyiş olarak, o ailenin yalnız ve buruk bir bayram geçirmemesi için herkes, ilk bayram saatlerinden itibaren o evlere akın ettiğinden dolayı, bayram ziyaretleri neredeyse Kurban Bayramına kadar telafi turları kabul eder.

Bizim tatlılara gelince, bizimkilerin kolları sıvayıp, oklava elde faaliyete başladıkları saatlerde, eşim bir kutu ile eve geldi. Ben olsa olsa biraz devasa bir saat ya da duvar panosu falan diye düşünürken, içinden Gaziantep İmam Çağdaş Restoranttan bir tepsi baklava çıktı. Eşimin ortak iş yaptığı bir firma göndermiş. Restorantın kebablarını tatmıştım ama, baklavası da şanına layıkmış doğrusu. Bizim baklava yumakları da kuruböreğe dönüştürüldü ve başkaca bir sıkıntı yaşanmadı.

Kızkardeşimler, kocaman tepsilere özenle yaptıkları baklavaları, ahbapları olan bir restorantın fırınına götürdüler-benim yaşadıklarımdan aldıkları ders ile- gece tepsiler geldiğinde yüzünün, benim melezlere rahmet okuturcasına yanmış olduğunu görüp, perişan oldu çocuklar.

Her ne kadar, içi önemli yüzü değil diyenler olduysa da, mazruf güzelse, zarf ta güzel olmalı, değil mi efendim. Ben arefe günü onlara teselli ikramiyesi olarak, hurma tatlımızdan yaptım ve böylece tatlı faslını kapatmış olduk. Herkese daha nice tatlı bayramlar dilerim. Hoşçakalın.

29 Ekim, 2006

Cumhuriyet Bayramı

Başlangıçtan bu gününüze kadar aziz vatanın savunmasında can veren bütün şehitlerimiz ve gazilerimizin ruhaniyeti üzerine saygıyla eğilirken, Allah bir daha o günleri bu millete göstermesin inşallah.

Çanakkale de ziyaret ettiğimiz, onbeşinde gencecik fidanlara, küçücük çocuklara ait mezarları hatırlarken, onlara Akif'in diliyle;

" Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber,

Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber" derken, günümüzde okullarımızdaki çocuklarımızla ilgili izlediğimiz üzücü sahnelere yüreğimiz burkularak, cumhuriyetimizin kurucusu M.Kemal ATATÜRK'ün sözünü öğretmenlerimize hatırlatmak istiyorum:

" Öğretmenler! Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır" Öğretmenlerimiz ve çocukların ilk öğretmeni konumundaki ebeveynler, çocuk yetiştirmek, sadece bir iş, sadece bir maddi şarları yerine getirmek, doldurulacak bir vazo değil, tutuşturulacak bir meşaledir ve geleceğimiz onlara emanettir.

(Tatlı hikayelerine daha sonra devam etmek üzere) İyi günler dilerim.

26 Ekim, 2006

Tatlı Hikayeleri /Yanan Tatlılar/Emekler/ ve de dahi Yürekler

Bayram tatili boyunca tahmin ettiğim veçhile sayfamı güncelleyemedim. Öncesi bayram hazırlıkları ile, sonrası ise bayram telaşı ile geçti, gitti beklenen günler. Her sayılı gün gibi bitiverdi.

Bayram hazırlıkları deyince, bu sene tatlı hazırlıklarımız maaile, evlere şenlikti. Öncesinde üzüldük, sonrasında birbirimize gülüp durduk. Buzda düşen ve kendisini göremediği için yekdiğerine gülen insanlar gibi.

Önce kendi hikayemden başlayayım. Perşembe günü bir vesile ile eve erken gitmem icap etti. Erken derken 1-2 saat. Çalışanlar bilir, her zamankinden yarım saat bile önce evde olsak, bir dünya işi başaracak kadar zamanı var hissine kapılırız çoğu kez. Neyse efendim, uzatmayayım mestaneyi, iftar sonrası tatlı yapmaya koyuldum. Önce, baklava düşündüysem de, sonrasında kandili düşünerek, anneciğimin tabiri ile, aziz mübarek günü fazla zaman kaybetmeyeyim, daha kolay birşey olsun dedim. Değişimi bayram sonrasına kalan fırından dolayı ilk etapta, vezirparmağı, saray lokması gibi seçenekler göz önümde geçite dursa da, herkesin harıl harıl tepsi taşıdığı karşı fırın ne güne duruyor diyerek, dilber dudağı yapayım fırına pişmeye götürürüm diyerek, iki tepsi tatlı hazırladım. Ali'den yardım talep ettim, kendileri başkaban (başbakan) takım elbisesini giymiş, "olmaz anne! ben başkabanı hiç tepsi taşırken görmedim, camiye giderken görmüştüm ben, camiye gideceğim diye cevap verdi." Beyefendi hazretlerine, başbakanın küçükken annesinin tepsilerini taşımış olabileceğini zaten kendisinin sadece asansör kapılarına ve düğmelerine yardımcı olacağını anlattım. Fırına verirken annemin kocaman sinilerde hazırlayıp, babamla fırına götürdüğümüz sofra tepsileri yanında, benim tepsilerin alttan alttan güldüğünü hissetsem de, kendi kendime ne yapayım canım, cumartesi bile program dolu diyerek teselli verdim, halden anlamayan tepsilere karşı. Hem daha sarması var, sütlacı var, bayram çorbası var- kim benden bunları bekliyorsa, buralarda-böreği var, Sevgili Nazlı'nın tabiri ile var oğlu var!

Fırıncının verdiği saatte, tepsiler alındı, eve gelince baktım ki ne göreyim! İki tepsi, melez dilber dudağı tatlısı arz-ı endam ediyor karşımda!

Bizim tatlıların haberi kardeşime ve gelinimize ulaştı. Onlar baklava yapacaklarını, bizim fırına getirmeyeceklerini, bana da bir tepsi yapacaklarını belirtiler, bu hikaye yarına kalsın.
 Posted by Picasa

20 Ekim, 2006

Bayramlar bayram ola

Sonra ki günler yazma imkanım olur mu bilemiyorum. Şimdiden herkese, mutlu huzurlu, unutulamayacak güzelliklerle dolu bir bayram dilerken, çocukların ve sevgiye susayan yüreklerin sevindirildiği bir bayram yaşamanızı temenni ediyor, mümkünse bir cocuk yuvasını ya da bir huzurevini ziyaret etmenin güzelliğini yaşamanızı diliyorum. Hoşçakalın.

18 Ekim, 2006

KADİR GECESİ



Kadir gecesi ile ilgili tebrik metni bakarken, muhammedmustafa.net sitesinde okuduğum kadir gecesinin önemine dair yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Allah hepimize huzur içersinde bir kadir gecesi geçirmemizi, bizim için iyiye ve güzele vesile olmasını dilerim. Hoşçakalın efendim. KADİR GECESİ

Mehmet Paksu'nun Mübarek Aylar günler ve geceler kitabından iktibas edilmiştir.

En nurlu ve feyizli geceyi Kadir Gecesinde idrak ederiz. Kur’ân’da adı geçen tek ay Ramazan ayıdır; tek gece de Kadir Gecesidir. Bu bereketli saatlerin şeref ve kıymetini Kâinatın Rabbi Sevgili Habibine haber vermektedir. Bu gecenin faziletine o kadar değer verilmektedir ki, o vakitlerde tecelli edecek rahmetin ve ruhanî hâdiselerin anlatılması için müstakil bir sûre inmiştir. Bu sûre Kadr Sûresidir.

Yine Cenâb-ı Hak bu gecenin kudsiyetini bildirmek için beş âyetli bir sûrede üç defa “Leyletü’l-Kadr” ifadesini açıkça zikretmektedir:

“Şüphesiz, o Kur’ân’ı Kadir Gecesinde indirdik. Bilir misin, Kadir Gecesi nedir? Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır.”

Ulvî hâdiseler de sûrenin sonunda şöyle ifade buyurulur:

“O gecede melekler ve Cebrâil Rablerinin izniyle her iş için arka arkaya iner. O gece, tan yerinin aydınlanmasına kadar bir selâmettir.”

Kadir Gecesinin en önemli özelliği, cin ve insanlara iki cihan saâdeti bahşeden, kâinat kitabının ezelî bir tercümesi olan yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerimin bu gecede ilk olarak dünya semasına indirilmesidir. Daha sonra ise ihtiyaca göre âyet âyet veya sûreler halinde vahyin mazharı Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma Cebrâil (a.s.) vasıtasıyla takdim edilmiş olmasıdır.

Yine bu mübarek gecede insanlığın ebedî refahına sebep olacak, ona bereketli bir ömrü kazandıracak bir fırsat verilmektedir. Bu geceyi duâ, zikir ve ibadetle geçiren kişi, ancak seksen sene gibi uzun bir ömürde kazanabileceği ecir ve sevabı bir gecede elde etme bahtiyarlığına ermiş olacaktır.

Bu gecedeki İlâhî ziyafete ve Kur’ânî sofraya başta Kur’ân-ı Mübini Resulullah Aleyhissalâtü Vesselâma vahiy yoluyla getiren Cebrâil olmak üzere melekler de inerek şenlendirirler. Kalb ve basîreti açık olan mü’minlere uhrevî âlemden manzaralar sergilenir. Meleklerin peyder pey inmesiyle yeryüzü mânevî bir tazyike maruz kalır. Dünya âdetâ onlara dar gelmeye başlar. Mü’minlerin etrafını kuşatarak onlara Rablerinin bağış ve rahmetini müjdelerler. Tan yeri ağarıncaya kadar devam eden bu ulvi tecelli, ümmet-i Muhammed’in gönüllerine engin bir huzur ve saadet dalgası estirir.

Kadir Gecesinde böyle nurlu hâdiselerin yıldönümlerini idrak ederiz. Onun kadrini bilmekle de feyiz ve bereketinden, dünyayı kuşatan nuranî havasından istifade etmiş oluruz.

Bin ay denmesinin hikmeti nedir?

“Bin ay” seksen üç sene dört aylık bir süreye tekabül eder. Geçmişteki salih kimselerin bir ömür boyu kazandıkları manevi mertebeyi bir gece içinde elde etme fırsatıdır. Resulullah (a.s.m.) sahabilere İsrailoğullarından bir kimsenin Allah yolunda bin ay boyunca silâhlı olarak cihat ettiğini anlatmıştı. Sahabiler bunu duyunca şaşırdılar ve kendi amellerini az gördüler. Bunun üzerine Kadir Suresi indirildi.

Başka bir rivayette Peygamberimiz Sahabilere İsrailoğullarından dört kişinin seksen sene boyunca hiç günah işlemeden ibadet ettiklerini anlattı. Sahabiler bunu hayretle karşıladı. Cebrail Aleyhisselâm geldi, “Yâ Muhammed, ümmetin o birkaç kişinin seksen sene ibadetinde hayrete düştüler. Allah sana ondan daha hayırlısını indirmiştir” diyerek Kadir Suresini okudu ve, “İşte bu senin ve ümmetinin hayran kalışından daha hayırlıdır” buyurdu.1

Diğer bir rivayette Resulullaha bütün ümmetlerin ömürleri gösterilmişti. Kendi ümmetinin ömrünü kısa görünce, ömrü uzun olan ümmetlerin amellerini düşündü. Kendi ümmetinin bu kısa ömürlerinde yaptıkları amellerle onlara ulaşamayacakları endişesi içinde üzüldü. Yüce Allah da Habibine, bu üzüntüsüne mukabil Kadir Gecesini vererek diğer ümmetlerin bin yılından daha hayırlı kıldı. 2

Kadir Suresi bu hadiseler üzerine nazil olmuştur.

Bu sure, Sahabilerin üzüntüsünü hafifleten bir suredir.

Sure neden Kadir Gecesinde indi?

Peygamber (a.s.m.) her şeyden önce bir uyarıcıdır. Bu ikaz görevini doğrulukla yapması için emri önce kendi nefsinde uygulaması lazımdı. Nefsine uygulamanın en uygun vakti de gece vaktidir.

Neden “Kadir” Gecesi?

Kadir Gecesi hüküm gecesi demektir. Duhan Suresinde açıklandığı üzere İlâhi takdirce belirtilen hükümler Kadir Gecesinde ayırd edilir. Bu anlamda Kadir Gecesine takdir gecesi diyenler de vardır. Aslında eşyanın, işlerin ve hükümlerin miktar ve zamanları ezelde takdir edildiği için burada söz konusu olan takdir, önceden tespit edilen kader programının yerine getirilmesiyle ilgili planların hazırlanmasıdır.3

“Kadr” kelimesinde “tazyik” manası da vardır. Buna göre o gece yeryüzüne o kadar çok melek iner ki, dünya onlara dar gelir.

Bir hadiste, “O gece yeryüzüne inen meleklerin sayısı çakıl taşlarının sayısından çok daha fazladır” buyurularak buna işaret edilir.4

Kadir Gecesinin Ramazan’ın hangi gecesine rastladığı hususunda pekçok rivâyet olmakla birlikte, Ramazan’ın son on gününde aranması tavsiye edilmiştir. Bazı hadis-i şeriflerden de 27. gecesine denk geldiği bildirilmektedir. “Onu yirmi yedinci gecede arayınız” meâlindeki hadis bu hususa işaret etmektedir.5

Bu rivâyetlerin ışığında, İslâm âlimleri Kadir Gecesinin Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi olarak kabul etmiş ve böylece Müslümanlar o geceyi Kadir Gecesi niyetiyle ihya edegelmişlerdir.
Bunun için mü’minler mümkün mertebe, vakit ve imkânları ölçüsünde Kadir Gecesini değerlendirmeye çalışırlar. Uyku ve istirahatla geçirmemeye gayret ederler. Çünkü bu gecede herbir Kur’ân harfine otuz bin sevap verilmektedir. Diğer ibadetlerin sevabı da o nisbette artış göstermektedir.

Kadir Gecesini değerlendirmek ve o vaktin feyiz ve bereketinden istifadeyi arttırmak için namaz kılınır, Kur’ân okunur, Kur’ân tefsirleri mütâlaa edilir. Zikredilir, salavat-ı şerife getirilir. Duâlar edilir, Allah’a niyaz ve tazarruda bulunulur. Fakir ve kimsesizler doyurulur, bol bol sadaka verilir. Hâsılı her vesileyle vakit nurlandırılır. Kadir Gecesinin getireceği büyük kazanç hakkında rivâyet edilen hadisler en güzel teşvik mahiyetini taşımaktadır.
“Kim inanarak, sevabını ancak Allah’tan bekleyerek Kadir Gecesinde kıyam üzere olursa (uyanık kalıp ihya ederse) geçmiş günahları affedilir.”6

Bu gecede nasıl duâ edelim? Bunu da Hazret-i Âişe (r.a.) vasıtasıyla yine Peygamberimizden öğrenelim.

“Dedim ki, ‘Yâ Resulallah, Kadir Gecesine rastlarsam nasıl duâ edeyim?”

Resulullah Aleyhissalâtü Vesselâm “Allahümme inneke afüvvün tuhibbü’l-afve fa’fu annî (Allahım, Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affeyle) dersin’ buyurdu”7 Posted by Picasa

17 Ekim, 2006

BİZİM KİLER, BİZİM RAMAZANLAR

Bugün sayfamda misafir bir kalem var. Saygıdeğer Fatma PEKŞEN Hanımefendi'nin yayınlamam için gönderdiği bir yazı. Kendisi yayımlanmış kitaplarının yanı sıra; www.blogcu.com/mutfaksolisti adlı bir sayfası ile aramızda bulunmakta. Fatma Hanım'a teşekkürlerimi arzederken, taraklar ve yemenilerden de kısaca bahsedeyim. Sivas'a özgü kemik taraklar ve yemeniler. Üste görülenler gelin çeyizleri için hazırlananlardan. Tarak ve yemeni dışında gümüş işlemeciliği, Sivas bıcağı, ağızlık ve isimlikler halen yaşayan el sanatlarından.Yapılan bir araştırma da,koç boynuzundan mamül tarakların kepeklenmeyi önlediği tesbit edilmiş. Hoşçakalın.


BİZİM KİLERLER, BİZİM RAMAZANLAR


Büyükler, günler günleri, haftalar haftaları kovalarken, “uşak şu takvime bakın hele, iramazana kaç gün kalmış?”derler günün birinde.
Eee, kültürümüzde büyükler bir şey rica eder de küçükler itaat etmez mi? Uçlarının kıvrılması pahasına takvim dallanır, kaç gün kaldığı söylenir. Büyük, şöyle bir içinden hesap eder, sonra da düşündüklerini aile efradına açıklama ihtiyacı duyar.
“İramazana bir şey kalmamış. Temizliğin, mutfak hazırlığının zamanı gelmiş. Yarından tezi yok, kolları sıvayalım”
Soyulmuş sarımsaktan, doğranmış soğana kadar aklınıza gelebilecek her türlü gıdanın market raflarında, taze gelin gibi kurum kurum kurulmadığı dönemler bunlar... Küçük yerlerde sadece çarşılarda bulunan, büyük yerlerde ise mahalle aralarına serpilmiş, “Kanaat Bakkalı veya Aile bakkalı”nın cazibeli olduğu günler. Yani misafir geldiğinde, bir koşu gidilip A’dan Z’ye, o sevimsiz market arabalarını doldurarak, “yüz ağartılabilecek” imkânın hayâl olduğu dönemler... Kısacası, eğer tedarikli değilsen, eğer sırtını dayayabileceğin bir kilerin yoksa, darda kalınacak, üstüne üstlük de “beceriksiz, hiç hazırlık yapmamış. Bir misafir gelince eli ayağına dolaşıyor” damgasını yiyebileceğiniz zamanlar...
“Kırk işçi, bir başçı” misalinde olduğu gibi, büyükhanımın emriyle yapılan hazırlıklara başlanır artık. Tıpkı sizin oraların Ramazan hazırlığı gibidir bizim buralarınki de... Yani önlükler önlere bağlanmaya, (eğer baharsa, evde kışlıklar tükendiyse, sırf Ramazan için) hamurlar yoğrulmaya başlanır. Bir çok evden oklava, hamur tahtası, sac sesleri gelmeye, erişteler kesilip, kuskuslar yuvarlanmaya, yufkalar açılıp, kavurmalar kavrulmaya başlanır artık.
Eğer hazırlıklar avlunun bir köşesindeki “tandırbaşı”nda yapılıyorsa, komşu avluya “huuu, Hatçe Hatun kolay geleee. Ne iş görüyorsunuz?” diye seslenilmesi olağan şeylerden biri durumuna gelecektir. Eee, bu Hatçe Hatunsa karşısındakinin altında kalmayacak, kapı bir komşusunun hatırını, duvar gerisinden de olsa sorarak, gereken düzeni sağlamaya devam edecektir. Ne demişler, “musallaya gidene kadar komşu suali var”
“Huu, Ayşe Hatun, size de kolay geleee. Biz de gelinlerle kızlar toplandık, Ramazan’a yufka açıp kurutalım dedik. Bizim Çavuş Efendi pek sever. Nazlı’yı duvar dibine yolla da sıcak yufka verelim”
Hatçe Hatun tarafından ekmek çapuduna sarılarak gönderilen sıcak yufka dürüm yapılarak, Ayşe Hatun ve ev şenliği tarafından çabucak, minnet duyularak yutulacaktır elbette ama o ekmek çapuduna, taze ovalanmış kuskus ya da erişte konularak geri gönderilerek, “komşu hakkı” da gözetilecektir ister istemez.
O duvar diplerinde çok oklava sesi, çok sac sesi kendi dillerince Ramazan’ a sevinecek, ev sahiplerinin neşesine ortak olacaktır ama asıl ev sahipleri daha bir mutlu olacaklardır bunları yaptıklarına.
Öyle ya, sahurun hazırlığı, sabah namazı, mukabele filan derken gün ağarırken döşeğe girilmiş, yeteri miktarda uyku alınmadığı için, -hele ilk günler- “tuzsuz helva gibi” sallanılıp durulmuştur. Bir de “onbir ayın sultanı”na lâyık olma durumu var dır ki, ibadeti ibadete ulama, mümkün mertebe bu sayılı günleri değerlendirilme söz konusu olduğundan, mutfakta zaman öldürmek yerine birkaç gün evvelinden harıl harıl yapılan o mis gibi yufkalara, eriştelere, kuskuslara koşulacaktır. “Oh, ne iyi ettik de şu hamur işlerini yaptık. Bak kayıtsızca oturup, tespihimizi çekiyoruz, Kur’an’ımızı okuyoruz. Bak bugün kaç komşuya mukabele dinlemeye gittik. Çok ayıp ediyorum ama bazı kazaya kalan namazlarım vardı, onları bu mübarek günde kılıyorum. Allah kabul ederse inşallah, çifte sevap alırım. İyi ki bu kilerlerimiz var” yollu sözlere rastlayabilirsiniz.
Hem yaşlılar vara yoğa çarşıya koşulmasına razı olmazlar pek. “Erkek seldir, kadınsa göl. Erkeğin getirdiğini kadın titizlikle idare edecek, koruyacak ki dirlik olsun bereket olsun” derler. Öyle ya, Hacı Efendinin camii çıkışı koluna bir ihtiyarı takıp, “hadi birader, bizim fakirhaneye gidip birer kahve içelim” diyesi tuttu. Az evvel sizin de teravih kılıp yeni girdiğiniz eve beklenmeyen misafirin gelişini gördünüz, Hacı efendi, meramını anlattı, eliniz ayağınıza mı dolaşacak? Sahura dinç kalkmak gayesiyle erken yatmaya karar kılan bitişik komşunuzun kapısını tıklatıp, “aman komşu, bize bir fincan ödünç kahve verir misin? Hacı Efendi bir misafir getirmiş” mi diyeceksiniz?
Tabii ki demeyeceksiniz! O gün görmüş kadınların tavsiyesine uyarak evden eksik edilmeyen, “n’olur n’olmaz” diye saklanan kahveye koşacaksınız elbette. “Allah yenilen içilen eve verir” misalinde olduğu elbette hanelerinize bereket vermiştir, bolluk vermiştir ama bazen de olmadığı gün olur. Osmanlı kültürüne bağlı olarak, Anadolu içlerinden Rumeli’ne kadar her yerde varolan, seferberlikte insanımıza arka olan kiler alışkanlığı ne güne duruyor?
Sair günlerde de imdat simidi durumunda olan, sizi, o asık suratlı market arabalarına muhtaç etmeyen kiler, olanca güleçliğiyle, olanca sevecenliğiyle, cömertçe daha önce –kışa hazırlık yapan karınca misali- hazırladığınız nevaleleri birer ikişer koynundan çıkaracaktır.
Eee... boşuna mı söylemiş eskiler, “yazın başı kaynayanın kışın aşı kaynar” diye. Buyurun örnekler ortada. Mis kokulu, nanelerin, reyhanların, kekiklerin kapı artlarına asıldığı, hevenk hevenk üzümün, eriğin, kokusu odalara taşan elmaların, armutların, her türlü bakliyatın, bulgurun, unun önceden alınıp saklandığı kilerler, kış günü aş kaynatmaz da ne kaynatır? Bol zamanında çok ucuza alınıp, şişeleri renklendiren konserveler, reçeller, tarhanalar filan, sizin Ramazanda olduğunuzu farkederler. İftarda iftara göre, sahurda sahura göre, teravih sonrası o saate göre size hizmet ederler.
İftara çağrılan misafirler, kapıya gelen –ya da gelmeyen- yoksullara yapılan yardımlar, hep bu koca göbekli kilere dayanılarak yapılır. Ola ki, iftara sadece size yetecek kadar yemek yaptınız da “çat kapı” yapan bir Tanrı misafiriniz oldu. Hemen erişte kutusunun başına geçilerek, şöyle kayar suya atıp beş dakika içinde herkese yetecek kadar erişte pilavı yaptınız. Yanına da bir ayran çalkaladınız, bu kilere minnet duyulmaz da ne duyulur şimdi?
Kulağımızı verip dinlesek mi?
Ramazan bereketiyle renklenmiş akideler, dualı tespihlerle aynı cepte koyun koyuna yatıp, “ilk orucunu tutan” bir çocuğa saklanan cevizler, fındıklar, kilerdeki hemcinsleriyle belki de anlamadığımız bir dille konuşup, “şu Ramazan’a ne iyi oldu da bu evde , bu şehirde, bu iyi insanlarla girdik” diye sohbetler etmektedirler kimbilir?
Belki, teravih de omuz omuza oturan iki ihtiyarın birbirlerine ikram ettiği pestili fısıldayarak kilerde şenlik yapmaktadırlar, bilemeyiz?
O kilerler, önüne sardunyalar dizili bir pencerenin açılıp, sokağa doğru bağrılarak, “Ahmeeet, Aliii, oyunu bırakın artık. Topa beş dakika var”diye çınlanışını daha çok duyacak, daha çok oklava, sac tıngırtılarına edecektir...
Sizce de öyle değil mi?
Fatma PEKŞEN


Posted by Picasa

10 Ekim, 2006

BİR SİVAS KONAĞINDAN DÜŞÜNCELERE...



Sivas'ta diğer şehirlerimiz gibi konaklar şehriydi, apartmanlara yerini bırakmazdan önce. Zamana, vefasızlığa, kara-yağmura direnebilenler kaldı ayakta. Ayakta kalanların meşhurları Abdiağa, Susamışlar, Akaylar, Mihralibey, Osman Ağa ve İnönü Konağı şeklinde sıralanmakta. Konakların tarihçesi ve mimari özelliklerine aşağıda yer verdim kısaca. İç resimlerde okuyanlarca en çok beğenilen Susamışlar Konağından görüntüler aktarmak istedim. Benim mimarisi ve hangi tarihte yapıldığının ötesinde,bakınca merak ettiğim, düşündüğüm ; neler yaşandı, hangi düğünlere, ölümlere, sünnetlere, hayırlı olsun, geçmiş olsunlara şahit oldu. Kaç bayram hazırlıkları heyecanı yaşadı, hala olmazsa olmaz, bana göre bayramı bayram yapan tatlı telaşlargördü bu konaklar. Günler süren bayram temizliklerinden, ovulan tahtalar, badanalanan duvarlar, parlatılan bakırlardan sonra, kolalı bohçalar eşliğinde hamam hazırlıkları... Ve nihayetinde kimbilir kaç kez, kaç hamarat hanım bayram yemeklerini hazırlama telaşı yaşadı. Devasa tepsilerle baklavalar, sarığı burmalar, hurma tatlıları yapıldı. Eski halk tabiri ile açık kapı olup geleni-gideni sayısız olan bu yerlerde kaç kazan etli yaprak sarmaları, bayram çorbaları ve daha neler, neler hazırlandı kimbilir...

Yetim kızlara çeyiz hazırlama, kimsesiz yaşlıları berbere götürme, başkalarının yanında kalan öksüz çocukların kırdıklarını ödeme vakıfları olan bu sultan şehirde, kimbilir kimler için bayram kıyafetleri, harçlıkları temin edilip hazırlandı... Kimbilir kaç ferdini vatan sağ olsun deyip, yüreği kan ağlasada vakarla gönderdi Yemen'e, Trablusgarp'a, Çanakkale'ye... Adını duymadığı vatan topraklarını böylece öğrenip, kaç yiğitini kurban verdi, kaçı dönüp gelebildi kimbilir... Hangisi gurbette bayramı yaşayıp, ucu yanık mektuplara;

"Mektubumu yazdırayım gülinen,

Ördeklerde uçar gider gölünen,

Yaslı yaslı bayram yaptım elinen

Dostlar bayramınız mübarek olsun" (*) yazdılar kimbilir...

Bayram sofralarına misafir olan pak yürekli teyzeler, "Bismillah,cümlesinden büyük Allah, taşsın dökülmesin, artsın eksilmesin, bu eve yoksulluk girmesin, kalanlara sağlık selamet, ölenlere rahmet ..." duaları ettiler. El öpen çocuklara büyükler, "berhüdar ol, her daim bugünlere yetesin" dularını ettiler kimbilir. Hele hele, çocukluğumda bayram gelmeden heyecanı yüreğimi saran "memecim" lerde, kaç çocuk tokmağını dövdü bu konağın.... Memeciğimden kısaca bahsedeyim. Çok önceleri,, arefe günü,Kur'anı Kerim'den Necm suresini okuyan çocuklar cüz keseleri ve giydikleri güzel elbiseleri ile her evin kapısına gider, sureyi okuduktan sonra;

" memeciğimin havası, madelerin tavası, gökten rahmet, yerden bereket, Amin amin bir gilik" diyerek hep bir ağızdan seslenir ve ev sahibi de gilik denilen, küçük simitlerden verirmiş. Benim çocukluğumda, Necm suresi kısmı yoktu. Evlerin kapısına gidip, hep bir ağızdan "memmeciğimin giliği...." diye ünlüyorduk. Tek tük memeciğimler verilse de daha ziyade şeker veriliyor, baş okşanıyordu. Bizim kuşak bayram sabahı da ev halkıyla bayramlaşıp, bayram kahvaltılıklarıyla dolu sofralardan kalktıktan sonra toparlanıp, komşu evlerin kapısında," öpeyim teyze!..." diye koroya başlardı.

Kapı tokmağını dövmek deyince, kaç okuyucu(davetçi) geldi bu evin tokmağını döverek kimbilir, hem düğün programını sayıp, hem davet etmeye. Gençle orta yaş arası, ağzı güzel laf yapan bir hanım ve yanında gelin gibi giydirilmiş, minik bir kız. Ağzının laf yapması da önmelidir ha. Düzgün yapılmayan bir davet sonrası; " düğün sahibinin adını, okuyucu b....lar diye" boşa söylenmemiştir elbet. Ben bu okuyucu işinin de sonuna yetiştim. Pek küçükken şöyle 6-7 yaşına gelip, ayaklarım kuvvetlenince allı-pullu giyinip, okuyucu hanımların yanında dolaşmak istiyordum ki matbaaların davetiyeleri bu hevesimi alıp, uçurdu.

Hatırladığım en hazin okuyucu hikayesi de, o günlerin tabiri ile zampara kocasını evlendirmeye karar verip, okuyucu olarak evimize gelen Nadire Teyze idi. Annem şaşırmış, birlikte bir kaç damla yaş dökmüşlerdi belleğimde kalan. Zavallı kadıncağız, okuyucu mu çıktı, kendini dışarılara mı vurdu kimbilir...

Görüntüsünü eklediğim Susamışlar Konağı semazen bir ailenin olması hasebiyle aynı zamanda bir Mevlevi Dergahı, kimbilir kaç sema meclisinde ruhlar göklere yükseldi, mekan nura garkoldu, kimbilir.

Yine benim çocukluğumda köyden gelen kızlarda gördüğüm, ince, ince örgülerini kiminde onbeş, kiminde yirmi saydığım, hangi örgüleri hangi eller ördü kimbilir. Kimbilir bu nice zor işti ki, yaşından genç gösteren bir hanım, " Kız saçı örmedim, ne pişireyim demedim, kimseye öte git demedim" diyecekti.

Bir de karı kışı var Sivas'ın.. Erzurumlu olup, Sivas'ta ikamet eden kışı... Bir mefhum bu kadar güzele çevrilir derim her düşündüğümde. Ol sebepten soğukla aram olmamasına rağmen, daha çok kışın gitmeyi severim. Her ne kadar, dıştan bakanlar;

"Sekiz ay kışı,kargadır kuşu, pezik turşusu aşı" demişlerse de, bu o sıcaklığı yaşamamaktandır. İnsanlarının televizyonun esaretine henüz girmediği bu konakların has odalarında has sohbetler yapılıp, kalaylı sinili ak sofralara oturup, ardından kallavi kahvelerin yudumlandığı, gecenin ilerleyen saatlerinde, kuvvetli pazular, maharetli ellerce tel helvaların yapıldığı nice günler gördü bu konak. Yazı çermiklerde geçirip, güzü turşu, kavurma, pastırma, sucuk, kavurma eriştesi, yumurta eriştesi gibi nice makarna çeşitleri hazırlayıp, peksüdanlar, yarmalar, bilumum erzaklar, yufka börekleri, kadayıflar kesip, yağını balını, ununu bulgurunu istifleyen becerikli hatunlar, kışı da eşi dostu, leziz ikramlar, tatlı sohbetler yaparak geçirir. Kimbilir, benim dilimin döndüğünden daha nice hoş anlar yaşandı, baki kalan bu kubbenin altındaki konaklarda, evlerde. Ve sonunda ilk yalnızlığını, terkedilmeyi nasıl yaşadı bilinmez ki. "Ev dediğin evrendir, ucu dönmez kervandır" hepsi de anlatılamaz ki.....

Not: Deyimlerin bir kısmında Saygıdeğer Müjgan ÜÇER Hanımefendi'nin "Atalar Sözü Yerde Kalmaz " eserinden faydalanıldı.

SUSAMIŞLAR KONAĞI




06 Ekim, 2006

MERHABA

İş yoğunluğumuzun yanı sıra eğitim seminerlerimiz devam ettiği için, güncelleme yapamıyorum. En azından haber vermek istedim, sevgiyle ve hoşçakalın.