29 Kasım, 2006

BİR AÇIKLAMA

Günlerdir blogumu güncellemeyi, arkadaşlarımın sitelerini ziyaret etmeyi planlıyorum. Her biten günün sonunda bugün de olmadı deyip, üzülüyorum. En sonunda hiç olmazssa bir açıklama yazmayı uygun buldum.

Daha önce de arzetmiştim, bizim bu aralar iş yoğunluğumuz had safa da. Kızımın rahatsızlığına, bilgisayarımızın iyice ahesteleşmesi ve kameranın görüntü transferindeki problem de eklenince durum iyice negatifleşti. En kısa zamanda normale dönmemiz ümidi ile, şimdilik hoşçakalın.

24 Kasım, 2006

Dün Koşuyolu'nda cadde boyu ilerlerken, sağlı sollu sıralanmış, birçoğu nice günler, görmüş çınar ağaçları arasında yürüyüp giderken daha bir derinden hissettim sonbaharı. İsmini hatırlamadığım bir şairin mısraları döküldü dilimden, sarı-kırmızı yapraklara bakarken.

" Sarı kırmızı her yer/ yapraklar dökülür teker, teker..." Kızarıp, sararan yaprakların sıcaklığını, sonbaharın hüzünle karışık gizemini, ömrümün şu son üç-beş yılı haricinde neden hissetmediğimi düşünüp-durdum, rüzgarın savurduğu yapraklara bakarken.

Soğuktan çok ürken bir kış memleketi çocuğu olarak kışın habercisi saydığımdan mı bilmem, sonbahar bana pek sevimli gelmemişti hiç.


Orhan Veli o çok meşhur şiirinde kendisini mahveden güzel havalardan bahsederken, evkaf memurluğundaki işinden ayrılmasından, eve ekmek-tuz götürmeyi unutmasına ve hatta şiir yazmasına sebep olarak göstermiş ve hayatında neleri değiştirdiğini aktarmış bizlere.

Yol boyu ilerlerken düşündüm, güzel havaların halet-i ruhiyesini değiştirerek, içsel değişikliklerin hayatının gidişatını değiştirmesine tam olarak benzemese de, çoğunluğunda benim bir etkim olmasa da sonbahar benim için değişikliklerin yaşandığı bir ay olmuş. Bir sonbahar günü doğmuş, bir sonbahar günü işe başlamışım. Bir sonbaharda, yine sonbahar doğumlu bir insanla sözlenip, başka bir sonbahar da evlenmişim. Çocukların ikisi de sonbahar doğumlu. Yine farklı yıllarda en sevdiğim insanları sonbaharda kaybetmişim.

Adımlarım yolun sonuna geldi, hastaneye ulaştım. Merdivenlere yönelirken bir sedye gördüm, her tarafı kapalı hızla gidiyor ve etrafında yaşlı gözlerle yakınları. Sonbahar hüzündü, ölüme en yakışan aydı. Şairin dediği gibi kimbilir nerede, ne zaman ve kaç yaşında, bir namazlık saltanatım olacak taht misali o musalla taşında.

Bir sonbahar şiiri tekrarlanırken zihnimde, hoşkalın efendim.
Sonbaharlardan
Ne akşamlar söndü ellerimde

Son şarkıların sonu da gelmedi içimde

Miras bıraktım her seferinde

Bir ellerimi bir de gözlerimi

Bir onlar bildi

Bir onlar duydu, ne çoklarımı ve hiçlerimi

Bir onlar döndü yamacıma

Gittiği baharlardan

Ama sonbaharlardan...


Posted by Picasa

19 Kasım, 2006

ACIKAN DÜNYAYI AY ÇÖREĞİ GÖRÜRMÜŞ


Bu tabiri geçen yazılarımda bahsettiğim nlp uzmanı kullanmıştı, odaklanmayı anlatırken. Hani ev arama sürecinde hep pencereleri görür gözlerimiz. Araba almayı ya da değiştirmeyi düşünürken de dünyayı otomobilden ibaret gördüğü olur hasseten beylerin. Beyler demişken eşim de tekstilci olduğu için çarşıda gezerken, ya da televizyon izlerken farklı tasarımlar hemen dikkatini çeker, dünyayı kıyafet olarak görüyorsun derim kendisine.

Bazen de kavak yelleri esen gençler ' ya benimsin, ya toprağın Nalan' diyerek dünyayı sevdikleri kişiye indirgemiş,tamamen sevdikleri insana odaklarlar hayatı.

Benim bu haftaki odaklanmam da öncelikle, meslek hayatına benim doğduğum yıllarda başlamış, oldukça titiz müfettiş beyin işyerimizin rutin teftişine başlaması ile oldu. Ha bire dosyalar gönderip, evraklar hazırlarken, acaba şimdi ne isteyecek diye düşünürken, hafta içini teftişe odaklanmış buldum kendimi.

Geldi hep hareketli ve zaman zaman maceralı geçen cumartesimiz. Kendi kendimle konuştum biraz. Niye böyle her işin üzerine aşırı odaklanıyorsun. 17 yıl boyunca ne teftişler gördün, zaten her işimizde düzenli, tamam bugün dinlenme ve güzel geçirme günün olsun inşallah dedim.

Amma velakin vermezsse Mabut, neylesin Sultan Mahmut arkadaşlar! Saat 10 suları kızım, bugün veli toplantısı olduğunu belirtti. Neyse dinlenme kalsın dedik ve düştük okul yollarına. Okul aile birliği seçimleri akabinde sınıflara çıkıldı derken 13.30 gibi çıkmayı başardım.

Hava güneşli, ben kendimi iyi hissediyorum, eklemlerimdeki tutulmalar geçmiş, ne güzel bir gün, bizim başkaban oğluşu da alayım yanıma bir
yerlere gidelim, biraz gezer, biraz birşeyler yeriz niyetine girdim. Akabinde şimdi eve kadar çıkmayayım, nasıl olsa yardımcı ablamız evine gidecek telefon açayım çocuğu emniyetin önüne getirsin diyerek kendimce zaman kazandım.

Emniyetin önüne geldim, eh biraz oyalanayım diyerek vitrinlere baktım. Bir yarım saat oldu, gelen giden yok. Eve telefon açarım cevap yok, ablayı ararım cevap yok, beklerim. Saatler geçer, polisler bir taraftan nöbet tutar, bir taraftan ben, gelen giden yok. Anaokulunda çocuklar bir şarkı öğrenmişti, beklerim her gün kimseler gelmez diye müşterisiz bir bakkalı anlatan hoş bir şarkıydı. Ben o latif güneşi kaybeden hava da, titremeye başlayarak, hoş olmayan bir halde, bakar dururum ufuka, bizimkiler yok. Odaklanma dorukta, merak had safhada. Kötü senaryolar birbirini kovalıyor, her kotlu geleni yardımcı hanım, her ufak çocuğu Ali sanıyorum. Gittikçe odaklanma katsayısı artıyor, artık her maviliyi ve büyük-küçük her çocuğu oğlum sanıyorum ilk bakışta. O arada kardeşimle karşılaştım, bizim eve giden yolları kolaçan edip geldi, kimseler yok. Telefon yine aynı, mütemadiyen arıyorum cevap yok...

Nihayet bir alo sesi duyuyorum, neredesiniz dedim heyecanla, hani emniyetin önünde buluşacaktık diyorum. Geliyoruz abla dedi bizim hanım. Ve geldi gayet sakin, neredesiniz diyorum, abla iki saate yaklaştı biz geleli de burası kalabalık diye şu geçedeki parkta bekledik, çocuğu oynattım diyor, yanında oğlum yanaklar elma gibi kızarmış. Oğlan da gayet mutlu teyzem çok güzel bir parka götürdü, çok oynadım çok diyor. Ne diyeyim, polis abilerle bile tuttuğum nöbetten çocuğun elinden tutarak ayrılıyorum.

Oğlumla hemen yakınımızda olan bir kitapçıya giriyoruz. O kendine, ben kendime bakıyorum ama fena yorulmuşum, bakacak halim yok. Okuduğum ama kitaplığımda olmayan, Soner Yalçın'ın Efendi-1'i ile haziran da çıkmasına rağmen henüz görmediğim Efendi-2'sini alıp ödemeye geçerken telefonum çalıyor. Kızım dershanede rahatsızlandığını eve geleceğini belirtiyor.

Bir 15-20 dakika daha bekleriz çare yok deyip, bulunduğumuz yere gelmesini söylüyorum. Yine polislerin yanında yerimizi alıyoruz Ali ile. Ali mutlu polislerle muhabbette, benim için aynı şeyler geçerli olmasa da. Yine aynı film beklerim gelen yok, telefona ulaşılmaz, Ümit Yaşar Oğuzcan'ın bir şiirinde ifade ettiği gibi, ..." bir yanımı arar diğer yanım"

Epey sonra, bir telefon ve hasta bir ses, anneciğim ağaç oldum nerdesiniz der. Konuşunca anlarız bizimki emniyet yerine zabıta noktasında beklermiş. Bu cumartesi odaklanmasından geriye kalan tek iyi şey, dört göz biraraya gelince girdiğimiz pastanedeki sıcacık patetesli toplar, minik poğaçalar ve ay çörekleri oldu. Kendimizi eve zor attık, önceden hazırladığımız kuzu gerdanlardan sımsıcak bir Maraş usulü paça yaptım. Bütün günü nöbette geçirdiğim için kalorifer peteğinden ayrılamadım ama, bu eklemlerimin kaskatı olmasını önleyemedi.

Ama geç ve güç te olsa, sağ salim, vukuatsız birbirimize kavuştuğumuz için Rabbime şükrettim. O gözümün önünden geçen senaryoların hiçbirini yaşamadığım için çok mutluyum. Allah fakiri sevindirmek isterse.... atasözünü hatırladım ve sevindirildiğimi hissettim.

Bu arada odaklanma kavramını yabana atmayalım arkadaşlar. Yaptığımız işe, yaşadığımız hayata dair ve dünyaya geliş gayemize odaklanabilirsek harikaları gerçekleştiren biz oluruz. Fatih Sultan Mehmet, Istanbul'u almaya tam odaklandığı için Allah da kısmet etti ve 21 yaşında çağ açıp çağ kapattı. Ve bunun gibi daha nice simalar var, benim verdiğim örnek sadece bir tanesi... Hoşçakalın, sağlıcakla kalın efendim.


Posted by Picasa

14 Kasım, 2006

ÇİÇEKLERİN HAZANI


Oğluşumun bu aralar dilinden düşürmediği, birazcık mekanik ve nezle görmemişcesine gür sesiyle, sedalandırdığı hüzünlü bir parça var "yine aylardan kasım..." diye devam eden. Benim bu kasımda katmerlenen sızımız, sadece kasıma has bir olay olmasa da bu düğüm yüreğimizde, son zamanlarda izlediğim bazı haberler, akabinde yazılan yazılarla iyice depreşip gelişti...

Yazılar kaleme alıyoruz, güneydoğuda kadın olmak üzerine yüreğimiz dağlanıyor pek tabii. Çoğunu almıyor hafsalamız, mantaliteyi anlamaya, kendimizi yerlerine koymaya çalışıyor, çözmeye çalışıyoruz.

Benim üzüntümü tetikleyen olay, saldırıya uğrayan bir hanım, suçu varmışcasına işkenceye maruz kalıyor, çözüm olarak saldırganın kızı berdel veriliyor, mazlum durumundaki hanım da öldürülme korkusu ile yasal mercilere başvuruyor..

Ben anlamakta çok güçlük çektim bunu. Ortada bir suç ve bir suçlu var elhak. Ama cezalandırılan masumlar. Bu vakıa ne hukuki, ne insani, ne de islami. Sosyal açıdan bakınca da anlaması zor bir hal var, mazlumun eşi, saldırganlanla hısım oluyor. Damat-kayınpeder ilişkisi kurulmuş olmuyor mu?

Bu olayı ifadelendirirken sadece eleştirmek gibi bir niyetim yok. Dahası bir şehri anlatırken, etkili olma kaygısı ile mi bilmem, salt en kırsalındaki, en sivri olayların seçilip, ..... yerde kadın olmak başlıklı yazılar yazılmasını, salt eleştirip, tabiri caizse bölgenin tüm erkeklerini, bakış açısını, yaşam tarzını tu kaka ilan etmenin de suni ve moral bozuculuğu ile, insanları uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramadığını düşünüyorum.

Mesela; konuyu araştırırken günlük gazetelerden birinde köşe yazarlığı yapmış bir hanımefendinin Urfa ile ilgili yazısını okudum. Kadınların tek başına çarşıya çıkamadığından bahisle, çamurlar üzerinde çıplak ayak gezen bir kızcağız ve benzer bir-iki hayattan hareketle tanımlama yapılmış. Pek tabii ki çok üzücü, pek tabii ki çözümlenmesi gereken sıkıntılar yaşanmakta. Ama, çözüm de olmalı gözümüz abartı da değil.

Bu yaz gitmiştim Urfa'ya. Görüntülerini de sizlerle paylaştım. Kızlar gördüm, balıklı gölün hemen yakınında, Çeçenistan fotoğrafları sergisi açmışlar. Sergilerini gezip tanıştım. Okumuş-yazmış, kendine güvenen insanlar. Bana tek farklı gelip, çok mutlu eden yanları alışık olduğumdan daha cana yakın olmalarıydı. Şehir efsaneleri ile neredeyse tanımadıklarımıza selam vermeye imtina ettiğimiz bu şehri Istanbulumuz da yapamayacağımız bir davranış olarak ısrarla o gün misafirleri olmamızı istediler.Özellikle Ayşecik, bekle ablacım bir beş dakika diyerek beni alıkoyup, kendi uçuverdi hemencecik. Dönüşünde elinde bir hediye paketi vardı elime tutuşturdu aceleyle, ısrarla. Ben de, yüzüğümü, kolyemi çıkarıp O'na verdim, telefonlar alınıp, verildi, bir daha gelirsem oralara, olur da gelirlerse buralara görüşelim diye. O bölgelerde üst düzey görev yapan yakınlarımdan da edindiğim intiba, yürek yaralayan vakalar var ama, genele şamil değil.

Her tarafta aynı derecede olmasa da zor oralarda kadın olmak, anne olmak, o cepheden fazla bakamıyoruz ama, belki baba olmak ta. Berdeli, töre cinayetleri, en çok ta içimi acıtan çoğunlukla kadınların bedel ödemesi ve intiharları... Törelerle, dini karıştırılması. Hüküm vermek, doğruyu amirane belirtmek yerine, anlatılmalı güzellikler, dinlenebilecek kişiler vasıtası ile. Peygamber Efendimizin hiç bir kadını dövmediği, kötü kelime dahi sarfetmediği, sizden üstün olanınız ailesine karşı iyi olandır beyanı, ben kızlar babasıyım beyanı ve de kız çocuklarını güzelce eğitip, yetiştiren anne-babaların cenneti kazanacağı beyanı... İlk çocuğu kız olan anne, mübarekdir beyanı ve kadın - erkekte üstünlük ancak takva iledir vurgusu işlenebilir ve bu saydıklarım sadece birkaç tanesi...

Kadın erkek üstünlüğü derken, Allah hepimizi farklı rollerle yaratmış, üstünlükte ancak iyi işlerle mümkün. Berdele bakarken, ciddi ciddi yazarların birinin kalkıp kadınların, diğerinin ise erkeklerin zayıf yönlerini, bebekken daha fazla ölmesinden, daha fazla trafik kazası geçirmelerine kadar sayıp döktüğünü gördüm. Kusura bakmasın çok ciddi yazarlarımız ama, bu akıl, gönül dışı, en hafifi ile gülünç bir hadise.

Hanımların ve kız çocuklarının sıkıntıları doğumuzda daha fazla, batımızda istismar daha ziyade, dünyamızda; işte, ücrette ve telaffuz etmek istemediğim saldırıların dakikaya düşeni raporlanmakta, malesef mazlum mevkiinde hemcinslerimiz. Daha geçenlerde İsrail'de altı dakika da bir kadınlara yönelik ihlaller yaşandığını okudum, şaşırdım, üzüldüm insanlık namına.

Bilemiyorum ama, değerleri yok sayılmadan, maddi destekli ama sadece maddi yatırımların yeterli olduğu düşünülmeden, samimi bir iyileştirme sürecine gidilmesi gerekli. Hiçbir şey yapılmıyor demek değil ama, yeterli görülmemeli. Okuyup, duyduğumuz esef verici gelişmeler yanında, düşünce gelişimi, eğitimli insan sayısının artması ve diğer olumlu yönlerde de bir ilerleme mevcut ve bu daha da desteklenmeli. Töre cinayetlerinde sadece suçsuz kızlar mı cezalandırılıyor konusunu ve berdeli araştırırken ziyaret ettiğim siteler oldu, Mardin'e, Hakkari'ye, Şanlıurfa'ya ait. Konuları tesbitleri, tanıtımları ve ifadeleri gayet güzel ve akıcı sitelerdi. http://www.sanliurfa.com da konu ile ilgili yazıları okurken, urfa sıragecelerinden seçilen türküleri ,benim gibi sanat müziği dışında fazla müzik dinlemeyenleri bile saracak ve konunun hazinliğine eşlik edecek duygu yoğunluğunda ve içtendi. Daha insanca bir hayat seviyesine kavuşulması dileği ile. Hoşçakalın efendim.























07 Kasım, 2006

BAKTIĞIMIZ VE BAKIŞ AÇIMIZ


Ya şimdi yazabileceğim ya da bugün de kalacak. Dün ve ondan önceki gün ki gibi yarım kalmasa yazım. Öncelikle fotoğraf hakkında bilgi vereyim isterseniz. Burası Eskihisar'da Atabay Yatçılık Tesislerine ait, ağırlıklı olarak ciddi toplantıların yapıldığı, küçük, şirin bir otelin bahçesinden alınmış bir kare. Sevgili Fatma Hanım'ın yorumunda ki hayal, beni de sardığı için, toplantı dışı hizmetlerini sormuştum, seminerlere tahsis edilmediği zamanlarda aileler de kalabiliyormuş. Bu mekanın da ötesinde Eskihisar sahili, balıkçıları, balık lokantaları ile doğal, küçük bir sahil kasabası daha da ötesi bir balıkçı köyü görünümünde ve benim daha ziyade hoşuma giden bu yönü oldu. Bir hafta sonu, yakınlarda ama, uzaklara gitmişcesine değişiklik yaşamak isteyenlere bir öneri olabileceği düşüncesiyle bahsetmek istedim.

Bizim gitme sebebimiz, son zamanlarda aldığımız eğitimlerden hafta sonu yapılan birine mekan olarak seçilmesi hasebi ile oldu. Tüm yoğunluğumuza rağmen, bu eğitimleri büyük haz alarak ve gerçekten çok faydalı olduğunu hissederek katılıyoruz.

Katılımcılarca en çok ilgimizi çeken 'düşünce ve aile koçluğu' da yaptığı belirtilen bir nlp uzmanının aktardıkları oldu. Hayatın sırrını, 'olmak, bulmak ve kalmak' olarak olarak özetleyerek, " Hayatın en büyük sırrı, farkı yaratan farkı farkedebilmektir" olgusunu vurguladı.

Pablo Picasso; " Ben aramam, bulurum " derken, " Her insan keşfedilmeyi bekleyen bir hazine, ana hedefimiz bulmak olmalı" Her insanda bir çok güzellikler, yetenekler gizli, bunu bulabilmek, keşfedebilmek, güzel yönü açığa çıkarabilmek, bir define arayıcısı titizliği ile, bir nakkaş inceliği ile hareket edebilmek, çevremizi, toplumumuzu geniş manada güzelleştirecek. İlk etapta ise, sorumlu olduklarımızı, münasebetimiz olan halkayı güzelleştirecek.

" Keşfetmek için bakılan yeri değil, bakış açısını değiştirebilmek" Bir çok meseleyi bu sayede çözebiliriz esasında. Bakış açımızı değiştirmek, kendimizi başkasının yerine koyabilmek, empati olarak öğrenilen ama kendi kültürümüzde, şahsımız için istediklerimizi başkalarının içinde istemek ve hoşumuza gitmeyen hususlarda aynı şekilde davranabilmek. Gelin bugün etrafımızdaki insanların daha güzel bir yanını görmeye, bulmaya çalışalım. Eleştirmemeye ve içimizden dahi kötü düşünmemeye karar verelim. Ben bir kişinin sırf bu özelliği sebebiyle diğer insanlardan farklı olarak cennetlik vasfını aldığını okumuştum, şimdilik hoşçakalın, sevgiyle kalın efendim.














06 Kasım, 2006

KEK' TE KALMIŞTIK...

Son postta yağmur şiirlerine fazlaca kapılıp, kekimizi ertelemiştik. Yağmurdan kara, kardan şiddetli rüzgara geçiş yapan havalarla birlikte artık eni-konu kış havasına girdik bizde. Bunda cumartesi günü oğluşla birlikte Kadıköy'de kar altında titremenin de katkısı büyük oldu elbette. Evden çıkarken hava soğukça ama kar falan yoktu. Güz kıyafetleri ile gittim. 'Küresel ısınma ile ilgili eylem' olduğu için araçlara izin verilmediğini öğrenip, rıhtıma kadar tabana kuvvet hem yürüdük, hem titredik. Bizim başkaban sık sık sağa sola dönüp, olmayan taksileri çağırdı imdat dercesine. Esasında ona mont giydirmişim ama, atkı, eldiven gibi ekipmanlarımız yoktu.

Dönüşümüzde bir ara;
-kadim dostu olan üniformalılardan- bir trafik polisi ile hemhal olmuş gördüm. Ben bu tarafta mı trafiğe kapalı vasıta bulabilirmiyiz diye bakarken, bir de baktım polisin simitinin bir ucundan bizimki diğer ucundan 'polis abi' yiyorlar. Abimiz 'çaydan da verirdim ya canım şekersiz içiyorum' diye açıklama yapıyor. Bizimki ben zaten şekerli sulu içiyorum ağzım yanar, olsun diyerek cevaplıyor, can ciğer kuzu sarması havalarında. Polis abimizin yardımları ile bir araç bulup, o ara başkabanlıktan komserliğe geçiş yapan beyimizin Maraş usulü el öpme ve kucaklaşma merasimlerinden sonra yola revan olduk.

Eve dönerken karşı fırından sıcacık haşhaşlı çörek aldık. Aliciğimin tahinlilerinin henüz fırında olup, yarım saat sonra çıkacağını öğrendik ama, hiçbirimiz o kadar üşüdükten sonra dışarı çıkamaya cesaret edemedik. Yoldan aradığımız için kombi son ayarlarda ev sıcacıktı. Bugünlerde misafirimiz olan kızkardeşim bizim meşhur kestaneleri patlattığı ve çayı da demlediği için, bize de kek tarifini aktarmak kaldı.

Zebra Kekimiz

- 3 yumurta
- yarım su bardağı zeytinyağı
yarım su bardağı limonlu su
- 1 +1/4 su bardağı şeker
- 1 limon kabuğu rendesi
- 4 kaşık kakao
- 2+ 1/4 bardak un ve kabartma tozu
- 1 su bardağı iri dövülmüş ceviz

Yapılışı:

Her kek te olduğu gibi öncelikle şeker ve yumurta çırpılır.
Yağ ve limonlu su eklenir, çırpmaya devam ediyoruz.
Limon kabuğu rendesi, una karıştırdığımız kabartma tozu ve yine una buladığımız cevizler eklenir ve hafifçe karıştırılır.(Cevizlerin dibe inmemesi için una bulanır)
Kek hamurunu bölüp kakao eklenir.
Yağlanmış ve hafifçe unlanmış kalıba aynı yerden olmak kaydıyla, bir kepçe sade, bir kepçe kakaolu olarak yerleştirilir.

Özellikle soğuk bir günde, tomurcuk ya da kakule ilaveli güzel demlenmiş bir çayla tavsiye olunur. Hoşçakalın.
 Posted by Picasa

03 Kasım, 2006

YAĞMUR VE YİNE YAĞMUR VE DE BİR DİLİM KEK ÜZERİNE

Gökte yağmur sağanağı varken, yerde de insanlarda duygu sağanağı oluşmakta. Biribirini tetikler tarzda devam edip gitmekte. Duygu ve düşüncelerini en iyi ifade eden insanlarda şair ve yazarlar olduğundan, duygu yüklü yağmur şiirleri okumaktayız yüzbinlerce. Kimi tam halet-i ruhiyemizi ifade ederken, kimi biraz ötemizden geçmekte ama, belki de sadece yağmur şiirlerine özgü, hepsinde birazcık içimizden, yüreğimizden parçalar bulunmakta.Atilla İlhan, "...elimden tut yoksa düşeceğim / yağmur götürecek yoksa beni" derken, İlhan İrem; " ...yağma yağmur, beni silip süpürme / yağma yağmur denizlere götürme" diyerek ortak bir açıdan bakar yağmura.

Bugünlerde Istanbul'a, bütün memlekete yağmur yağmakta, yağmurlar yağmakta... Akşam iş çıkışı karanlık ve rüzgar eşliğinde eve doğru ilerliyoruz araçta. Radyodan bir müzik geliyor kulağıma Volkan Konak'ın son albümünden olduğu belirtilen, ama sanki önceden dinlemişim gibi geliyor bana. Sonradan farkediyorum, bu bizim "hastane önünde incir ağacı, doktor bulamadı bana ilacı" türküsünün yeni uyarlaması. Hep ince ve deruni bir sese alıştığımızdan mı bilmem, biraz değişik geliyor, rüzgarla birlikte karanlığa doğru uçuşan yağmuru izlerken. Babamı, hastaneyi, hiç ümid vermeyen doktor yüzlerini hatırlıyorum bir yandan. O meşum kazayı, çare bulunamayan çaresizlik hissini, bir sonbaharda kaybettiğimiz babacığımı hatırlıyorum hep dinlerken. Bu parça, genç bir insan için söylenmişti, neden bütün sözleri babam için söylenmiş gibi geliyor diyorum kendi kendime, yağmur taneleri arabanın camına çarparken. Sonra aynı sanatçının babası için bestelediği parça geliyor hatırıma. Ve yine babamı düşünüyorum, düşen yapraklarla birlikte ömür ağacındaki yaprakları tükenip, ötelere yolalan, müşfik, kaderine razı ve kalbi Allah'a bağlı babacığımı. O'na duyduğum dinmeyen özlemi.

Yağmur taneleri çarptıkça camlara, yağmur şiirlerini getiriyor belleğime tekrar. Bu kadar şiir yazılmasaydı, hele bazıları tam yüreğimi ifade etmeseydi, ben de yazarmıydım acep diyorum, Tevfik Fikret'ten bir mısrasını terennüm ederken.
" Küçük, muttarid, muhteriz darbeler
Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz ..." Sonra Cahit Sıtkı Tarancı'nın

"Dışarda yağmur yağadursun
Ve içerdeyse bütün eşyan
Esneyip senin gibi her an
Pencerelerden bakadursun " dörtlüğü bana, şiir de vurgulanan temanın tersine, yüreğimizi burup, sızlatan yağmur yağarken içerdeki eşyalar ve sahiplerinin bakıpduramadığı, sele kapılıp giden canları, mal canın yongası, evi-eşyası sele giden müteessir insanları hatırlatıp, yardımlar etkin olsa, sıkıntılar en aza indirilebilse duaları ile devam ediyorum yola. En çok da çocukların ölmesi içimi acıtarak.

Necip Fazıl Kısakürek'in "bu yağmur" şiiri her zamankinden daha da anlamlı geliyor bana şu an;
Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.
Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik,
Tenimde acısız yatan bir bıçak.
Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik,
Dayandıkça çisil çisil yağacak.
Bu yağmur, delilik vehminden üstün,
Karanlık, kovulmaz düşüncelerden.
Cinlerin beynimde yaptığı düğün,
Sulardan, seslerden ve gecelerden...

Yazımın başlığında bir dilim kekten bahsedilmişti, akşama çocuklara yapmayı düşündüğüm, bugün işyerinde satılan ve çoğumuzun aldığı kestanelerde patlatılacak, yağmurlu günün hüznü en azından çocuklar cephesinde dağılacak. Bunlar, yarına kalsın diyorum, Istanbul trafiğinde yağmurlu bir yolun ne kadar uzayacağı bilinmez ki. Bu üzüntü veren olaylara rağmen sonu güzel olsun dularını da ekleyerek, Nurullah Genç'ten bir dörtlük ile hoşçakalın demek istiyorum.


"Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat "

Üzerinize ab-ı hayat inmesi dileği ile...


02 Kasım, 2006

MISIR

Çalışma arkadaşlarımızdan Sedef Hanım bayramın 3. günü katıldığı Mısır Gezisi'nden kaydettiği görüntüleri bizimle paylaştı. Görüntülerin devamı ve aktardığı izlenimlerini, Gülirana
Geziyi gerçekleştiren firmanın sitesinde, son geziye ilişkin daha farklı ve özel kareler mevcut. Ziyaret etmeyi düşünürseniz; http://tarihkultur.org" target="_blank">burada
Mısır konusuna girmişken, Kahire'de yaşayan ve günlüğünü bizlerle paylaşan Sevgi Hanım'ın blogunu da buradan
Kendimle ilgili bir gelişmeyi de, blog güncellemelerimin gecikebilme ihtimaline karşı belirteyim. Benim için ani olan bir gelişmeyle artık daha yoğun bir departmanın sorumluluğu verilmiş oldu. Eve daha yorgun gittiğimden, belki biraz daha gecikmeli olabilir. Sizleri Mısır görüntüleri ile başbaşa bırakırken, daha güzel bir gün dileği ile, hoşçakalın efendim.



 Posted by Picasa