27 Şubat, 2007

Hayatın Ne Getireceği...

İnsan olarak düşünebileceğimiz en geniş alan hayallerimiz lakin, çoğu kez hayatın bize sunduğu gerçekler hayalimize bile uğramayan gelişmeler olabiliyor.

Ben, cumartesi günü rutin bir sağlık kontrolüne gittim, olabilecek en kısa zamanda bir operasyon geçirmem gerektiğini öğrendim. Pazartesi gerçekleşti ve şu an evde istirahat ediyorum. Bir hafta, on gün sonra düzeleceğimi ve sayfam dahil, hayatıma kaldığım yerden devamı ümid ediyorum inşallah. Hoşçakalın efendim.

21 Şubat, 2007

Süpriz Ziyaret, Eğitim Yoğunluğu ve Ben...


Bugünlerde sayfamı güncelleme değil de olsaydı dilimizde bu tür bir kelime haftalama bile yapamayacak durumdaydım ve eğitime çıkmadan önce bir açıklama yazma gereği hissettim, öğlen arası da uzunca bir süre verilince, iki taş, bir baş yazayım niyeti ile bilgisayarın başına geçtim.
Kar yazıları ile hemhal olduğum hafta, telefonum çaldı. Telefondaki kişi eski bir öğretmenimi tanıyıp-tanımayacağımı sorduğu anda, 'Kenan Bey!' dedim. İşyerinin farklı departmanlarında az görüştüğüm insanlara, her seferinde kiminle görüşüyorum diyen biri için kendi alanında bir rekor diyebilirim, zira öğretmenimin sesini yirmi yıl boyunca hiç duymamıştım. Emeklilik sonrası yerleştikleri şehirden Istanbul'a gelmişler bir vesile ile ve burada yaşayan diğer öğretmenlerimle birlikte ziyaretime geleceklerini belirttiler. Müthiş sevindim ve aralarında en son liseyi bitirirken gördüğüm insanlar vardı ve geldiklerinde tanıyıp tanımayacağımı düşünerek, bir yandan da plan-program yapmaya giriştim.
Beklenen gün geldi! Birer-ikişer gelmeye başladılar. Hiçbirisinin çok değişmediğini mutlulukla müşahade ettim. Önce yemeğe, sonra yakınımızda bulunan şark usulü tanzim edilmiş bir kültür evine çay ve sohbete gittik. Bu kadar yıl sonra hatırlayıp ziyaretime gelmeleri beni ziyadesi ile memnun etti. Onlar da yıllar sonra bir arada olmaktan ve öğrencileri tarafından ağırlanmaktan duydukları memnuniyetin ziyadeliğini ifade ettiler ama ben kendi hesabıma daha mutlu olduğumu düşünüyorum. Kızını, damadını ve torununu trafik canavarına kurban veren ve birkaç yıl önce yolda karşılaşıp, sürekli görüşmeye gayret ettiğim matematik öğretmenimin beni kızının yerine koyduğunu belirtmesinden ise çok çok duygulandım. Hepsi çok özel olan öğretmenlerime buradan tekrar teşekkür etmek istiyorum.
Eğitim saati geldi, hoşçakalın efendim.

15 Şubat, 2007

Son Kar Yazısı / Süpriz Ziyaret


' BEYAZ KAR ÜSTÜNDE KIRMIZI KANLAR'

Kar bugün, annemin yoğun eleği gibi çok bol serpiştiriyor, rüzgarın tesiriyle toz duman savrulurken göz gözü görmüyordu. Yaklaşmakta olan bir kurban bayramı vardı ve bir gün öncesinden komşular toplanmıştı. Her biri tahtasını, oklavasını alıp gelmişti ve incecik, kocaman yufkalar açılıp, büyük sofra sinilerine baklavalar,bağlanmıştı, kendi tabirleri ile. Akşam, çoğunlukla babaların başında sinilerle, ekmek fırınına doğru uzanan bir kafile oluşmuştu.

Bayram temizliği daha önceden yapılmıştı ama annem, soba tüttü, oda iyice kötü görünüyor diyerek, engel tanımayan ve ağır işlerde bana hiç sirayet etmemiş azmiyle, boya-badana işlerine girişmişti. Odalar boşaltılınca biz çocuklar karşı komşuya zorunlu misafir vaziyyetiyle ayaklanmıştık. Babam bizi dışarı çıkardığında şaşakaldık. Zira bir yandan savrulan kar sokağımızda bir tepe yüksekliğine ulaşmış ve ilkokul ikinci sınıf öğrencisi olarak ben dahil hepimiz ancak Babamın kucağında karşı komşuya gidebilmiştik. Yaşlı ve şeker komşu teyzemiz bize, masallar anlatmıştı şu an bile hatırımdan gitmeyen. 'Karanlık Dünya ile Işık Dünya' da padişahın her zaman üç olan oğullarından, yine en kahraman olan son oğulun maceralarını dinlemiştik. Ana sözü dinlemeyen keloğlanın altın-gümüş değirmenlerini kaybedişine hep birlikte kızmıştık. Benim çocukluğumda hasseten uzun kış gecelerinde misafirlikler fazla olur ve çocukların ısrarı ile de başlansa da, herkes tarafından merakla beklenen, devamı bir sonra ki güne kalabilen masallar anlatılırdı güzel tekerlemelerle başlanan.

Akşam eve dönerken, bizim meşhur Ayşe Teyzenin yine hangi komşu ile olduğunu hatırlamadığım ve bülbülün çektiği dili belası sözü gereği sık sık yapmak zorunda olduğu bir andı kalıyor kulaklarımda. Önce ' bayram başıma kara gelsin' le başlıyor ve ardından ' ben bu tür sözler etmemeye ağzımı Murdar Irmağında çalkaladım' gibi ilginç bir ikincisini ekliyordu. Ben yine O'nu Murdar Irmağının kenarında, o koyu yeşil suyuyla ve hikmeti nedendir bilinmez bir at gibi eğilip ağzına su aldığını hayal ediyorum. Bu arada şu an olmayan iki ırmağımız vardı şehrin içinde. Murdar ve Mısmıl Irmaklar.

Bugün Arefe günüydü. Bayram hazırlıkları tamamlandı. Kuru meyvelerle yapılan bayram çorbası, su böreği, baklava, sütlaç gibi demirbaş bayram yemeklerinin yanına arzu edilen ilaveler yapılmış. Sarmalık yapraklar hazırlanmış, lakin beklenen Kurban Bayramı olduğu için bayramın ilk günü kurban etiyle yapmak üzere bekletiliyordu. Ramazan ayı arefe günü akşamı neredeyse her evden sarma kokuları yükselirdi.

Evet arefe günü sabahındaydık ve onca bayram hazırlıkları maratonundan sonra, yedinci kardeşimiz aramıza katılmıştı ve kalabalıktan pek hazzetmeyen tarafımdan bir bunun sesi eksikti yorumu ile karşılandı.

Bayram, hatırladığım ilk kurban bayramlarından biri. Ara sıra karlara bata-çıka dışarı uzanıyorum, beyaz karlar üzerinde kırmızı kanlar, kurban kesen amcalar. Erken davranıp, işini bitiren ailelerin çocukları ellerinde tepsiler, kurban payları sıralanmış, kapıları tıklayıp, pay dağıtıyorlar. Ben uzak bir mahalle de yakınlarımızla kurban kesmeye giden babamın dönüşünü bekleyip, sokağın ucuna doğru göz gezdiriyorum.

Süpriz ziyaret bir sonraya kalsın diyorum. Hoşçakalın efendim.



09 Şubat, 2007

Kar Yazısı-3



' KUCAKLAMIŞ BİR AHMEDİ AHMEDİM '

Tv şehrimize ben ilkokula başladıktan sonra girdi. Kar yazılarımın yaşandığı dönemde evlerde plak ve radyo dinlenirdi.İnsanlar, birbirinin sevdiği parçaları çalardı misafirliklerde. Bazen de sevilen bir plağın hediye geldiği olurdu, akşam oturmalarında. Kulağınıza kah; " Cana rakibi handan edersin..." melodisi uzanır, kah; "Taze karlar yağmış karın üstüne...", " Kar yağar bardan bardan, yollar kapandı kardan" gibi kar memleketlerine has parçalar gelirdi.

Karın sürekli yağıp, her yerin yazın kızkardeşimle bahçeye uzanıp, üzerinde olmayı düşlediğimiz beyaz bulutlar gibi olduğu bir gündü. Akşam, Demiryollarının şehrin her yanında duyulan paydos borusunun sesi duyulmuş, her zaman ki gibi Babamızın gelmesini heyecanla bekliyorduk. Becerikli Anneciğim yemeklerini çoktan hazırlamış, bilmem hangi geline, yine son demine yetiştiğim uçuk pembe veya mavi üzerine simler bezenmiş bir kumaştan gelinlik dikiyor, artan küçük parçalar da kızkardeşimle tarafımızdan özenle saklanıyordu, müsait bir zamanda bebeğimizle Ablama müracaat etmek için. O da bizim terzimizdi.

Babamın gelmesi, her zaman ki gibi bizi çiçek isimleri ile sevmesi değildi bu günü hatırlamama sebep olan. Hava kararmış, annem yine dikişte, babam radyo dinliyor, ben pencereden pamuk şeker parçaları gibi yağan karı izliyorum. Boğuk, boğuk bir ses geliyor sanki uzaklardan. Kulak verdik, Ahmeeeet, Ahmeeeet diye ünleyen bir ses babamı çağırıyordu. Dışarı koştuk. Ses bir önümüzdeki evden. Pencereden seslenen Ahmet Amcaya aitti. Bitkin bir sesle " ben hasta yatıyorum, uyuyorum diye Ayşe, kapıyı kilitleyip gitmiş. Çok fenalaştım, devamlı çıkarıyorum, Ahmet kurtar beni" diyebildi. Ahmet Amca hastalanırdı zaman zaman ama, rahatsızlığı neydi hatırlamıyorum. Benim okul çağımda da vefat etmişti. Ayşe Teyzemizin gezmesi meşhurdu. Sese diğer komşularımız da gelmişti. Duymayanlar da Ayşe Teyze'nin aranması vesilesi ile toplanıyordu. Babam kızıyor; " Akşama kadar aşağı mahalle sen misin, yukarı mahalle şen misin diye gezilmez ki" diyerek söyleniyor. Ben ilk defa duyduğum bu deyimi tekrarlayıp duruyorum belleğimde. 93 Muhaciri olarak bilinen, sonra ki yıllarda Osmanlı-Rus Harbinden dolayı Kars veya Kafkaslardan ilimize geldiklerini daha yakınen öğrendiğim ama, çocukluğumda aksanı çok dikatimi çekip, kendi kendime tekrarladığım ve Annemin çok sevdiği Belgüzar Ablası, " uyy ... Haniiim hele oraya, bu deli, bu karda kışta, hasta adami evde bırakıp bir sürü uşakla nereye gitti ki" diyerek taaccübünü dile getiriyor. Ben de kelimelerini tekrar ediyorum içimden yine. Çocuğa ne gam ki ?....

Ayşe Teyze bulunmuş. Arkasında çocukları, elinde anahtarı kara batıp çıkarak, telaşla geliyor karanlığın içinden. Bir üst mahallede olan kardeşindeymiş sanırım. Ben yine faytonların sonu ile taksilerin başına yetişmiştim sanırım. Sadece bir-iki kez bindiğimi hatırladığım ve çok sevdiğim faytonları, gecenin bu saatinde bulmak imkansız olmalıydı. Taksiler, ara sıra caddemizden geçiyor ve ablam, bu alçak boylu arabanın içine nasıl binileceğini merak ediyordu, boylu poslu faytonlara alıştığından.Hülasası gece taksi çağrılıp, binilecek günler olmamıştı henüz.

Fayton ve taksi yoktu o an belki ama,insanların yüreğinde daha fazla sevgi, komşuluğun önemi, insan olmanın erdemi olduğunu, büyüyüp te kaybolmaya yüz tutan değerleri görünce anladım. Kapı açılınca Babam, hiç düşünmeden kendisinden daha uzun olan Ahmet Amca'yı arkasına alıp, üzerine bir battaniye örtülmesini istedi hastanın. Karanlık bir yolda, sırtında adaşı yola revan oldu. Onlar uzaklaştıkça küçülen siluetini ve battaniyenin sallanan uçlarını izledim bir müddet. Yıllar sonra kardeşim askerken bir parça dinlemiştim. ' ... bir mehmeti kucaklamış mehmetim..' diye devam eden. Cephede kardeşini kucaklayan mehmet, komşusu ahmeti kucaklayan ahmet, hep temiz Anadolu insanının yüreğinin cisimleşmesi idi.

Saatler sonra, komşusunu hastaneye yatırıp, kardan adam gibi bembeyaz olup gelen de benzerinin her gün yaşanabileceği, yürekleri yağan kar gibi ap ak olan insanlardan biriydi.

Hoşçakalın.
Posted by Picasa

05 Şubat, 2007

KAR YAZISI-2

Pazar sabahı çatılar beyazlanmış, incecikten bir kar yağmaya devam ediyordu uyandığımızda. Oğlum heyecanla kardanadam yapacak kadar yağar mı acep diyerek bekledi pencere önünde.

Hatırıma; "İncecikten bir kar yağar, tozar elif elif diye,
Deli gönül abdal olmuş gezer elif elif diye"


mısraları gelirken, cam önünü mesken tutan zat yağmıyor işte, artık yağmıyor dedi ağlamaklı bir sesle. İnsanoğlu bu dedim kendi kendime, büyüğü küçüğü hep aynı. Ne yoksa onu istiyor, bol olanın kıymetini bilemiyoruz ta ki kaybetmeden. Mezarlık önünden geçerken de düşünürüm aynı şeyleri. Şu an yatıyor olsam yola bakan bir mezarda, gelip-geçenlere hayatın kıymetini bilmeye, daha güzel işler yapmaya dair neler haykırmak isterdim, vakit geçmeden hangi kırık gönülleri alın derdim kimbilir. Kış ve mezar aynı şeyleri çağrıştırır bana eskiden beri, belki de bu yüzden bu hatırlayış. İnsanın baharı, yazı, güçten düştüğü sonbaharı ve ardından gelen kara kışı. Bazen de baharda yağan kar misali, yazı görmeden geçtiği kışı...

Kar yağıyor-eriyor derken ben yine zaman tünelimde hayatımın ilkbaharının başlangıcındayım. Yine bütün gün lapa lapa kar yağdı. Ablamın okuldan gelmesini bekliyorum. O esnada komşumuzun haylaz oğlu geldi çantası elinde, kardan siyah önlüğü alacalanmış. Bugün okuldan izin aldım, annem evde yok ta buraya geldim dedi. Benim gözümün önünde izin, üzeri delik delik, oyuncak gibi bir cisim oldu. Başladım bağıra-çağıra ağlamaya, ben de izin istiyorum, iziiiiiiin diyerek. Annem bir taraftan çocuğa yiyecek birşeyler hazırlıyor, diğer taraftan bana izni açıklamaya çalışıyor ama kim duyuyor, yorulana kadar ağladım ben de izin istiyorum diye.

Ablam geldi, Annem çok ağladı, kardeşini biraz çıkıp oynat diyerek beni yanına kattı.Bir yandan da bana, bak sana izin veriyorum oynaman için, izin bu dediyse de bu sadece bana hayalimde canlanan oyuncağı canlandırdı ve tekrar ağlamaklı oldum. Ablam ve arkadaşı Peruze çizgi oynamaya karar verdiler. Ben de araböceği namıyla oyuna alındım. Hani yanlışta yapsam belli bir süre affediliyor. Çizgi oynayacağız ama, her yer buz. Hemen koşup, sobanın üzerinde kaynayan çaydanlığı aldılar, önce sıcak su ile geçip ardından ağaç parçası yardımı ile bir mektup çizgisi yaptılar. O gün hava kararmaya yüz tuttu, biz hala oynuyoruz. Ta ki ablam sekerken çizgimizde ayağı kaydı ve ellerinin üzerine çok kötü düştü. Ablam ağlamaya başladı, jübilemizi yapıp eve döndük.

Evde soba yanıyor, sıcaktan karıncalanmaya başladık. Ablam ellerini göstererek ağlıyor. Evde babamın bir arkadaşı ve hiç tanımadığımız köylü kıyafetli bir kadın ve adam var. Annem, istemeye geldiğiniz kız bu işte, ayıp efendim 11 yaşında çocuğa görücü gelir mi, sek sek mi oynatacaksınız dedi. Ablam hala ağlıyor, dünyadan haberi yok, annem zaten sinirlenmiş, kes kızım sesini deyip, savuşturdu ablamı. Yabancı amca, hala mallarından, mülklerinden, hanım ise ne kadar iyi bir aile olduklarından bahsedip durdu. Sonradan öğrendiğime göre, şehrimizin o ilçesinde ve köylerinde insanlar çocuk yaşta evlenirlermiş. Bu akşamdan bize kalan da ağır oturaklı hareketlerle kız isteyip, kendilerini metheden aile ve karşılarında ellerini göstererek ağlayan ablamın oluşturduğu trajikomik tablo oldu ki hala hatırladıkça güleriz.

İyi akşamlar efendim, hoşçakalın.
Posted by Picasa