23 Ocak, 2008

Kartepe'den..




Hafta sonu İzmit Kartepe'den. Diğer görüntüler ve yazı daha sonra paylaşmak üzere..




Bir hafta kadar evdeyim. Fotoğraflar işyerindeki bilgisayarımda. Getirtebilirsem paylaşacağım, yoksa da haftaya. Şu an Istanbul'a lapa lapa kar yağıyor, bizim başbakan ve de her daim komutan adayı oğluşumuz pencereden yerlerin kar tutmasını bekliyor heyecanla. Sivas'tan gelen kuzueni uyuyor. Uyanıpta karı görünce dün Kuzuluk'ta olduğu gibi feryat eder eminim. Bıkmış çocukcağız Sivas'ta benim bile hiç yaşamadığım Sibirya soğuklarından, buzdan, kardan. Babasının arabası donup, arızalanmış. Kuzuluk'a benim bu aralar pek te iyi olmama rağmen, Oğluş sevdiği için iştahı açılır diye gittik. Kuzenimiz pek tombik, O'na az ye denirken biz, aman oğlum birazcık ye çabalarındayız. Bizim ki kar duasında, tombik kuzen sıcaklık derdinde. Eh boşuna mı denir her kulun bir derdi var, değirmencinin ki de su diye......


Kuzenimiz ve abisinin yaz günlerinden bir görüntü.Turunculu olan kuzenimiz. Yanında ki başbakanımız. O vakitler kilolar birbirine yakın :))





16 Ocak, 2008

Gülelim, Düşünelim

Turnanın teline dokunalı epeyce oldu; eski siyasetçilerimizden Osman Bölükbaşı'nın Sivaslılara hitabında olduğu gibi; yeşili bol, lakin dökümü olmayan - samimi yorumlarını esirgemeyen blog arkadaşlarım müstesna- ziyaretçilerime neler yazmayı düşündüm neler ama, ne kadar koşuştursamda vakit yetmiyor ki efendim. Nerede okumuştum hatırlayamadım ama, hani deniyor ya, "koşturmaca, keşmekeş deli ediyor deli, iyi ki bu günleri görmedin Orhan Veli" Orhan Veli'nin yaşadığı çağlardaki gibi az yoğunluk, az giysili, oyuncaklı ama, bir alay yaşıtı ile mutlu, iştahlı çocukların yaşadığı bir zaman dilimine ışınlanmak isterdim. Eh, evdeki ufaklık yirmi günde, yedi kilo verince birden kaydı bizim konu.

HER ŞEYE RAĞMEN "MAZERET YOK"

Önceki akşam bir programımız vardı. Dr. Şaban Kızıldağ'ın da konuşmacı olarak katılacağını duyunca, ilk etapta yorgun argın bir de konuşmamı dinleyeceğiz düşünceleriyle salona ilerledim. Lakin itiraf etmeliyim ki, konuşma sonunda dinlendiğimizi hissettik. Şaban Bey'in aktardığı, eğitim verdiği İETT şöförleri gibi "damardan giriyor şeref... " demedi isek te onlar gibi pek mutlu-mesut dinledik.

Konu itibariyle, Prof.Dr.Canan Çetin hanımefendi'nin zevkle dinlediğimiz seminerlerinde olduğu gibi kendini keşfeden, mükemmel yaratılan ama, önce sınırlayarak yetiştirilip, akabinde mazeretler üreten bir toplum olmanın bariz örneklerini sıraladı.Canan Hoca'nın güzel tabiri ile kartal olarak doğup, kendini tavuk olarak yetiştiren aile ve çevre sayesinde tavuk mezarlığında yatan kartaltavuğun serüvenine bir başka açıdan baktı Kızıldağ. Konuşmasına milletimize has, birkaç sivri örnek ile başlayarak.

Aktardığı yaşanmış sivriliklerin ilki, "fabrikada bilmem kaç derecede yanıp, çeliği eriten fırında sigara yakan iki kafadardan Trabzonlu ölüyor ve kayıtlara iş kazası olarak geçiyor. Teşvik eden Giresunlu bu sigara keyfinden sağ kurtulabiliyor."

Yine Rize Çayeli'nde "ayakkabısındaki kumu çıkarmak için elektrik direğine tutunup, ayağını sallayan adamcağızı çevreden gören iyiliksever insanlar(!) elektrik çarptığı düşüncesi ile kürek sapı ile çarpıp, kaburgasını kırıyorlar ve mahkeme kayıtlarına ' iyi niyetli yaralama' olarak geçiyor."

Memleket özelliklerimizi anlatması açısından bariz bir örnek olan hikayecik te ise;

Birlikte yolculuk yapan Trabzonlu, Kayserili ve Diyarbakırlı kazada vefat edip, defnedilirler. Hikaye bu ya, belli bir süre sonra, Trabzonlu çıkagelir. Nasıl oldu deyince, beşmilyar verirsem dönebileceğim söylendi, verdim, döndüm geldim der. Peki diğerleri ne yaptı diye sorulunca; ben gelirken Kayserili üç bin beşyüz olmaz mı diye pazarlık yapıyor, Diyarbakırlı ise ben vermem devlet versin diye diretiyordu der."

Örneklerimizden sonra Maraş'ın orman köylülerinin tabiri ile,"gelgelelim çam kesmeye", sadede efendim.

"Bir musevi çocuk, beni yavrum dünyayı değiştirecek, uçaklar yapacak, arz-ı mevudu gerçekleştirecek ninnileri ile büyürken, bizim çocuklar nerdeyse halen 'dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana, kov bostancı danayı, yemesin lahanayı' gibi en fazla kendinin olmayanı yememe dışında, hiçbir anlam ifade etmeyen ninnilerle büyür. Ha bir de 'tıpış tıpş yürüsünü' duyabilir yürür, okur, bir işe gider gelir ve tüm kutsal kitaplarda mükemmel yaratıldığı ifade edilen, bizim kitabımızda da 'ahsen-i takvim- en güzel şekilde yaratıldığı' belirlilen insan dünyayı değiştirebilecek, büyük işlere ve buluşlara imza atacak güçte görmez kendini.

Nasıl görsün ki ıssız adada bile, insanın neler yapabileceğini ifade eden Robinson Cruse' yi pek fazla, hatta birçoğu işitmez ama, önüne çıkan eski bir lamba ile saraylar sahibi olup, padişah kızı ile evlenen Alaattin'i hepsi bilir. Yine bir kuyuya leblebi atıp, binbir çeşit yemekler sunan sofraya ve altın -gümüş akıtan değirmenlere sahip olan Keloğlan masallarının envai çeşidini dinleyerek büyür ve bunların hiçbirinde de çalışmak, çok çalışmak, üretmek ve kendine güvenmek yoktur.

Masallarda ki cin çıkmayınca da, loto, toto, piyango hayalleri peşinde tükenir nice ömür. Bir Kızıldağ'dan bir kendimden yazıyorsam da mevzu aynı olunca mesele olmaz diyorum. Girişimcilikten uzak, sadece sessiz, saygılı, başına vur ekmeğini elinden al örneğinin sitayişle anlatıldığı bir süreçte büyüdü bizim nesil.

Günümüzde de pek istikbal vadeden bir çocuk terbiyemiz ve eğitimimiz olduğu söylenemez ya. Şimdi de her imkan önüne dercedilen, hayatı tanımayan, en ufak bir sıkıntıda kumdan kale gibi dağılacak çocuklar yetiştiriyoruz.

Okulda hep anlatılan yurdumuz bir cennet, yeraltı ve yerüstü kaynakları zengini bir ülkeyiz denir de Japonların belirttiği gibi, Hiroşuma'yı çocuklara gösterip, bakın biz güçsüzken başka devletler geldi ve bizim atalarımızı bombalayıp öldürdü. Biz güçlü olacağız ki, başkaları gelecek cesareti bulamasın örneğini biz de Çanakkale gezilerinde anlatmalıyız. Turist gibi gezmeyip, 'hasta adam' olmanın kaç bin ecdadımıza mal olduğunu, tüm olumsuzluklara rağmen inançla duvar ördüğümüzü, bundan böyle inançlı ve güçlü bir millet olmaya mecbur olduğumuzu vurgulamalıyız.

Bizim en çok yaptığımız, laf üretmek, bir şeyleri herşeye rağmen başarmaya odaklanmak yerine ' mazeret üretmek.'

Halbuki bize düşen Münir Arıkan'ın tabiri ile, olmak, bulmak ve kalmak. Odaklanmak, illa başarmak. Kızıldağ'ın salona tekrarlattığı gibi, hep birlikte tekrarlayıp, inanalım. HER ŞEYE RAĞMEN MAZERET YOK. MÜKEMMEL YARATILAN BİR İNSANIZ, BULUNDUĞUMUZ NOKTADA EN İYİSİNİ YAPIP, BAŞARMAYA MECBURUZ.

Lise yıllarımda okuduğum bir sözü şiar edinip, meslek lisesinde okumama rağmen, yapabileceğim en iyiye odaklanmıştım. "Gül dalında gonca değil, dağ yolunda yonca olabilirsin. Ama o yoncaların en iyisi sen olmalısın." Hayat hiçbir şeyi altın tepside sunmayabilir ama, elinde olan kumaştan en iyi elbiseyi dikebilirsin diyor ve hepinizi Allah'a emenet ediyorum. Hoşçakalın.


07 Ocak, 2008

Turna'nın Teline Dokunurken...

Bu ülkede yaşayıp ta, bir turna hikayesi hele hele türküsü duymayanımız var mıdır bilemiyorum. Kişi, deyim yerinde ise, çantada keklik görüp, kaybetmeyeceğinden emin olduğu hususlarda çok rahat olur ya, bende turnalar, telli turnalar konusunda öyle idim. Onlar hep bizim, türküleri de milletimizin idi...
Gönül teline dokunan türküleri rast gelince dinlemenin dışında ilk kez, geçtiğimiz günlerde Zaman'da neşredilen Sadık Yalsızuçanlar'ın batan tekneyle birlikte Ege'nin serin sularında hayatları ve ümitleri sönen kaçak göçmenlerle ilgili yazısını okuyunca daha bir derinden hissettim. Ortadoğu ve Afrika kökenli garibanların ekmek uğruna yaptıkları yolculuğu, turna türküleri ile ifade etmiş, Yalsızuçanlar.

Bir Çift Turna Gördüm Durur Dallarda

Seversen Mevlayı Kalma Yollarda

Sizi Bekleyen Var Bizim Ellerde

Bizim Ele Doğru Gidin Turnalar

Turnam Dertli Öttün Derdimi Deştin

El Vurdun Yaremin Başını Açtın

Esinden Mi Ayrıldın Yolun Mu Şaştın?

Doğru Bir Katara Gidin Turnalar

Fazla Gitmen Bizim Ele Varınca

Selam Söylen Ese Dosta Sorunca

Sağ Selamet Menziline Varınca

Benden Yare Selam Edin Turnalar

Eşinden, sevdiklerinden geçim gailesi ile ayrılıp, doğru bir katara da varamayan gariplere sağ-selamet menzile ulaşmak ta nasip olmamıştır.

Telli turnaların gönül telimize dokunması bu vakıa ile de sınırlı kalmadı. Sonra ki hafta, telli turnaların Muş-Bulancak'ta bulunan 11 taneden ibaret olduğunu öğrendim. Bu demekti ki, bir çok canlı da olduğu gibi, o çok bizim olan, halkımızın türkülerinde, gönlünde çok yer eden telli turnaları bizden sonra ki nesil, sadece resimlerinden tanıyıp, türkülerde adını işitecek.

"Ben derdimi hangi dağa... Turnalar " ya da

Kaleli Hafız'ın arşiv bantlarında ki gibi

"Çıkın akbabaya edin niyazı,

Uğrama Pasin'e geç gelir yazı

Bizde de misafir Erzurum sazı

Ordan yare selam edin turnlar" diyerek yarine, sevdiklerine bir selam göndermesi muhal olmaz mı biraz..

Bizden sonra ki nesil bir yana biz de turnaları toplam kalite sistemi çalışmalarında "simurg" larla tanıdık diyebilirim. V şeklinde uçan, bu şekilde rüzgarı engelleyen, ayrıca mükemmel bir takım çalışması ile, en önde uçanın belli bir süre sonra en arkaya geçerek, takımın uçuş hızını hep aynı seviyede tutan simurgları örnek alırken çok yakınımızda ve hep bizim olduğunu düşündüğümüz turnalar olduğunu öğrendik.

Tabii katar katar olup, gelen turnalara sevdiklerini soran ahvadın derdi daha başka olunca bu özelliklerini algılamadık.

Katar katar olmuş gelen turnalar

Bizim elden haberiniz var m'ola

Fidan boylu da gül yüzlü yarim

Benim ile ahtımanı bir m'ola

.... ....... ........

Oyna turnam oyna yüksekte oyna

Kalma şu sehilde Konur'da yayla

Turna başın için gel doğru söyle

Derbeder Öksüz'ü anan var m'ola

Yine, flamingolar olarak bildiğimiz sevimli kuşların da türkülere sıkça konu olan "allı turnalar" olduğunu bilmezdik birçoğumuz.

Turnalar turnalar allı turnalar

Turnalar turnalar telli turnalar

Şanlı turnalar

Nazlı yar gayri gelmezmi

Halinden haber vermezmi

Bunca hasretlik yetmezmi derken, yine;

"Allı turnam bizim ele varırsan,

Şeker söyle kaymak söyle, bal söyle,

........

Eğer bizi sual eden olursa,

Boynu bükük, benzi soluk yar söyle,

.... .......

Allı turnam ne gezersin havada,

Arabam kırıldı, kaldım burada,

..... ......

Ne onmamış kulumuşum dünyada

Akşam olsun allı turnam dön geri,

...... ....... turnalar ey" derken sanki tüm derdini açıp, gamını, kederini paylaştığı turnalardır.

Turna'ya dökülen dert çok, gönül telinin turna teli ile birleştiği türkülere bu sayfa yetmez. Hain eller tarafından gençliklerinin baharında, ümidlerinin kapısı olan bir dershane önünde katledilip,bir nazlı turna gibi uçup giden, yüreğimizi kanatan yavrularımız misali, telli turnalar da döner mi bilmem.

Hain ellerin son çırpınışında, genç fidanlarımızın ailelerine Rabbim sabır versin.

Milletimiz ve memleketimiz payidar olsun.

Son bir telli turna dörtlüğü ile hoşçakalın efendim.

Telli Turnam Gökyüzünün Gülüdür

Esip Konducağın Bağdat Elidir

Gözüm Yaşı Mahramalar Çürüdür

Aşamazsan Telli Turnam Dön Geri

03 Ocak, 2008

Kar Var Istanbul'da!..

Bu sözün doğrusu yağmur var Istanbul'da ama,-küresel ısınma günlerini saymazsak- yağmurla çoğu kez hemhal olan bir şehir için, asıl heyecan uyandırıp, haber vermeye değer olan " kar var Istanbul'da" cümlesi diyorum.

Bu sabah önce Karacaoğlan'ın tabiri ile incecikten bir kar başlayıp, elif elif diye yazdıysa da biz biraz sonra kesileceğinden neredeyse emindik. Çoğu cılızların kuvvetlilere galebe çalması gibi, kar yağışı giderek güçlendi ve pencereden baktığımızda cümle ağaçlar, karşı tepeler ve de otoparktaki araçlar karla kaplandı. İşyerindeki herkes birbirini muştularken, çoktandır kar bekleyen bizim başkaban oğul da bu muştudan nasibini aldı lakin, bir dev şehir olan bu şehri İstanbul'da henüz bizim ilçeye kar yağmadığından oğluşum sevinemedi sabah. Sonrasında okula giderken başladı mı kar orada da akşama öğreneceğiz bakalım.

Bu sabah biraz hüzünlü şiirler dilimde ise de, sabah baygınlık geçiren personelim bu hüznümü bir kat daha artırdı ise de, çocukluumda yaşlıların söylediği gibi, yağan karın havanın mikrobunu alıp götürdüğü gibi benim de hüznüm, lapa lapa yağan karla geçip gitti.

Şimdi kar şiirleri dolaşır belleğimde. İlki Sezai Karakoç'tan.

"Karın yağdığını görünce

Kar tutan toprağı anlayacaksın

Toprakta bir karış karı görünce

Kar içinde yanan karı anlayacaksın" derken, Nazım Hikmet kar yağışını anlatırken beni çocukluğuma götürür biraz da.

Kar Yagiyor

Lambayi yakma, birak,

sari bir insan başidüşmesin pencereden kara.

Kar yagiyor karanliklara.

Kar yagiyor ve ben hatirliyorum.

Kar...

Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman işiklar...

Ve şehir kör bir insan gibi kaldialtinda yagan karin.

Lambayi yakma, birak!

Kalbe bir biçak gibi giren hatiralarindilsiz olduklarini anliyorum.

Kar yagiyorve ben hatirliyorum.

Erdem Beyazıt, Kar Altında Hüzün Denemesinde, biraz da benim sabah ki hüznüm ile karı birleştiriyor sanki.

Kar Altında Hüzün Denemesi

Dünyanın en uzun hüznü yağıyor

Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne

Kar yağıyor ve sen gidiyorsun

Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun

Belki bulmağa gidiyorsun

kaybettiğimiz O insan ve tabiat çağını

Dön bana ve dinle

Kuşlar uçuşuyor içimde

Loş bir keman solosu gibi

Kuşların uçuştuğunu içimde

Dön bana ve dinle.

Karanlık denizlerin dibinde

Birtakım incilerin olduğunu

Birtakım incilere ve hatıralara

Neden bağlı olduğumuzu unutma.

Duy beni ve dinle

Denizler boğuşuyor içimde.

Unutma diyorum ama sen anla

Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara.

Derken bekli de en ziyade zülfiyare dokunan, Yahya Kemal Beyatlı'nın 'Kar Musikileri' ve O'nu zikretmeden bu babı kapatmak olmaz.

Kar Mûsikîleri

Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu;

Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.

Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,

Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı,

Bir erganun âhengi yayılmakta derinden...

Duydumsa da zevk almadım İslâv kederinden.

Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,

Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.

Birdenbire mes'ûdum işitmek hevesiyle,

Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle.

Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,

Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık! der. Kar şiirleri, türküleri ve de doğup, büyüdüğü vakitler 'tam altı ay yağan kar' ile büyüyüyen bendeniz de karla ilgili yazacak çok ama ne yer yeter, ne zaman.

Daha önce yazılan;

akcahan.blogspot.com/2007/01/kar-yazisi.html

akcahan.blogspot.com/2007_02_01_archive.html

adreslerine de dileyen bir göz atabilir derken, karlı, bereketli, mutlu, umutlu yarınlar diliyorum. Hoşçakalın efendim.

01 Ocak, 2008

Yeni Yıl da ve Her Zaman..

Münevver Abla'nın sayfasında tesadüf ettiğim bu dileklerin yeni yıl da ve daima şahsımda ve insanımızda var olması temennisi ile..

Yurdumuzda milletce; sağlık ,huzur,hoşgörü ve barış içinde sevgi dolu bir YAŞAM.

Hayatın güçlüklerine katlanabilecek kadar İNANÇ,* Geleceğin daha iyi olacağına inanacak kadar ÜMİT,
* Doğru bildiklerim için mücadele edebilecek kadar CESARET,

* Topluma, aileme, İslam’a faydalı olabilecek kadar SAĞLIK,*

İhtiyaçlarıma yetebilecek, zekâtını verebilecek kadar PARA,*

Başkalarının daima iyi yönlerini görebilecek GÖZ,*

Çevremizdeki insanlara yardım eli uzatacak kadar CÖMERT,

İnsanlardan karşılık beklemeden yapabileceğimız İYİLİK,

* Hayatın zorluklarına karşı hayatı ve insanları kuşatacak SEVGİ,

* Yastık kadar yumuşak ve rahat bir VİCDAN,

* Dilini, belini, kalbini, keseni ve gözünü haramdan saklayabilecek İRADE,

* Gördüklerinin, duyduklarının düzelmesini bekleyebilecek kadar SABIR,

* Günahlarını, noksanlarını itiraf edebilecek kadar FAZİLET,

* En kötü halinde bile Allah’ dan razı olabilecek kadar ŞÜKÜR
ihsanı talebiyle... hoşçakalın...