30 Ağustos, 2007

Zafer Bayramı

30 Ağustos Zafer Bayramınızı kutlar, birlik, beraberlik içinde güçlü bir Türkiye, aydınlık yarınlar dilerim.

27 Ağustos, 2007

Berat Kandili..

Günahlardan kurtulup, berata kavuşulan bir gece olması duası ile Kandiliniz Mübarek Olsun.

Sivas yemekleri yazım bir alt postta.

24 Ağustos, 2007

Artık Nihayete Erdireceğimiz Sivas Yemekleri ve Aynı Trene Binebilmenin Önemi...

Yaşanan yoğunluk sebebebiyle sayfam eskilerin meşhur bir deyimi ile 'ayağını martta basıp ebril de (nisan) kaldırır' oldu. Bu arada ilk ingilizce öğrendiğim yaşlardan beri düşünürüm, bu ebril tabiri ingilizce de ki nisan ayı ile aynı neredeyse kim kimden, nasıl etkilenmiş bilemiyorum tabii. Annem yavaş iş yapanlara kızdığı vakit kullanırdı bu tabiri.

Gel gelelim sadede ve de 'Peskütan Çorbası'na. Yine eskilerin tabiri ile 'yürek ısıtan' çorbalardan en sevileni bu çorba diyebilirim memleketimizde.

Çorbayı yapabilmek için öncelikle güzden şöyle iyi cins, lezzeti yerinde bir pesküdan temin etmek gerekiyor. Uluslararası İlişkileri yeni bitirip, iş hayatına atıldığım günlerde, ben okulda olduğu gibi uluslararası camia da önem arzeden olayları konuşma ihtiyacı hissederken, hele de Irak-Kuveyt Savaşı gibi önemli bir vak'a da uluslararsı örgütlerin yaptırımları ne olacak acep nevinden paylaşımlarda bulunmaya çalışırken, o vakitler emeklisine az bir zaman kalmış mesai arkadaşımız Mevlude Abla da Tokuş Köyünden peskütan getirtme, kemikli-kemiksiz kıyma (kavurma), yarma, kışlık sucuk yapma, sebze kurutma, yumurta eriştesi, kavurma eriştesi (pide fırınlarında kavrulur ve çok lezzetli bir eriştedir), kuşburnu marmelatı ve reçel yapma muhabbetleri gibi bitmez tükenmez Sivas güz devlimlerinden (hazırlık) bahsetmek ister, sonuçta o bana ne kadar siyasetle ilgilisin der, ben dumur olurum bu önemli, tarihi olaylara bakış açısına, ben de ona diyemem ama, fenalık geldi, peskütanın iyisinden, yeşil mercimeğin çabuk haşlananından diyemem, dinlemeye çalışırım ama bir türlü aynı trene binemeden geçerdi günlerimiz.... Bu arada yeşil mercimeğe haksızlık etmeyelim, haşlanıp, ince bulgur, salça, yeşil soğan, maydanoz, baharatlar, limon biraz da ceviz ilavesi ile hafif sulu, baharatlı ve biraz ekşi bir tat, sarı ve ince Tokat yaprakları ile ve biraz kalabalık bir dost topluluğu ile yenilir ve ardından pasta ekibi ve çay sofradaki yerini alır.

Peskütan Çorbası: Yapılışı yayla çorbası ile hemen hemen aynı. Sadece peskütan süzme yoğurt kıvamında olduğu için daha fazla su kullanmak gerekiyor. Pirinç değilde yarma kullanılır. Üzerine sokaraç diye tabir edilen ince kıyılmış soğan tereyağında pembeleştirilerek yapılan ve nane eklenen bir sos dökülür. Peskütan Çorbasının farklı olan yapılışı değil, peskütan kullanılmasından kaynaklanan lezzeti ve tabii pişirirken kesilmemesi için kaynayıncaya kadar karıştırılması. Ayran çorbasına minik köfteler yapıp, kızartıp ekliyoruz, tabii nohut da. Çorbaya yeşil mercimek eklendiğini de duymuştum ama, biz de hiç o şekilde yapılmadı.


İşte en sevdiğim yemek! Adına ister turşu kavurması, ister mıhlaması densin, benim favorim bu!

Güzden yapılmış dal (pezik-pancar turşusu) ile yapılır. Kavurma ile yapılırsa daha lezzetli olur. Turşular yıkanıp doğranır. Soğan ve kavurma ile çevrilir. Salça ve sıcak su eklenir. Biraz pişince bir miktar tercihen Akdağ Patatesi doğranıp eklenir. Patatesler yumuşayınca ocaktan alınır. Pide ile bizim çocukluk tabirimiz ile fırın ekmeği ile yenilmesi tavsiye olunur. Ben küçükken anneler, ev halk ' ağzını değiştirsin' düşüncesi ile zaman zaman farklı ekmekler yaparlardı. Kışın soğukta, şehir evlerinin bahçesinde yufka yapılamayacağı için, mahalle fırınlarında pide, fırın katmeri ve çöreği yaparlar, ücret olarak da bazen para ama çoğunlukla yaptıklarından belli bir sayı bırakırlardı ve biz çocuklarda pideye fırın ekmeği derdik. Sanki satın aldığımız ekmek başka yerde pişiyormuş gibi!

Saç kebabı daha ziyade piknikte yapılıp yenir. Evde yapıldığı da olur tabi. Lokantalarda bulunur ve kimisi bu konuda ün sahibidir. Küçük saçlarda koyun eti kavrulup, kızartılır. Et kızardıktan sonra alınır. Kalan yağında küçük doğranmış patlıcan ve biberler kızartılır. En son domatesle birlikte hepsi birden saca alınıp, pişirilir.
Ayran çorbasından yukarda bahsetmiştim. Besleyici lezzetli, insanların bebeklikte ve yaşlılıkta vazgeçemediği yiyeceklerden çorbalar.
Son olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sitesinde Sivas Yemek Kültürü ile ilgili bir paragrafla sizleri başbaşa bırakmak istiyorum. Ağız tadınız bozulmasın efendim.
Yemek Kültürü
Sivas halk mutfağında çorbalar yemekte ön sırayı alan ve bilhassa yaşlılar tarafından "yürek yağmuru" diye latife yapılan bir yiyecektir. Kış çorbalarının başında gelen peskütan, un veya çok az yarma unu ile yoğurdun pişirilmesi ile hazırlanan bir yiyecektir. Yarma, yeşil mercimek ve peskütan su ile çorba kıvamında pişirilir. Üzerine soğan yağda kızdırılır ve nane konularak çorbaya ilave edilir (sokaraç). Peskütan çorbası kış günleri-nin lezzetli ve besle-yici bir yemeğidir. Yazın en meşhur çorbası ise pancar çorbasıdır. Diğerleri; kesme çorbası (hamur çorbası), tarhana, şalgam, patates, şehriye, mercimek, bulgur, düğülcek çorbalarıdır. Et yemeklerinin başında, sebzeli et yemeği gelir. Önce kızartılarak pişirilmiş etlere patlıcan, biber, domates konularak hazırlanır. Sebzeli et çarşı fırınlarında tavalarda hazırlanır ve buna "fırına tava vermek" denilir. Sivas kebabı da sebzenin bol bulunduğu yaz-sonbahar aylarında yapılan bir çarşı yemeğidir. Pehli, çirli et, yaprak sarması, lahana sarması, dolmalar, köfteler, kızartma köftesi (kadınbudu köfte), sulu köfte (bulgurlu köfte), mirik köftesi (etsiz), yahni ve mıhlamalar diğer yemeklerimizdir. Sebze yemekleri içinde kabak yemekleri (kavurması, sütlü kabak, üzümlü kabak), şalgam kavurması ve yemeği, patates tiritlisi, baharda kırlarda kendiliğinden yetişen bir bitki olan madımakla yapılan yemekler önem taşırlar. Sofralarımızın vazgeçilmez ye-meği olan pilav için "ekmek hazır, pilav vezir" denilmiştir. Bulgur, pirinç, kus-kus, erişte pilavları değişik lezzet ve görünümde olan çeşitler olarak sofrada yerlerini alırlar. Hoşaflar ve bayram çorbası, pilavların yanında sofraya getirilir.
Sivas mutfağının börekleri ise lezzetin ve nefasetin birer mahsulüdürler. Su böreği, köylü böreği, yufka böreği, tel böreği, yarımca börek, dible gibi çeşitleri vardır. Tatlıların başında baklava, hurma, tava hurması, sarığı burma, kırım baklavası, kadayıf, yufka böreği, helva, hasuda (aside), paluza (pelte), karaş, pestil kızartması, incir dolması, ballı börek ve daha çok ramazan tatlısı olan güllaç gelmektedir. Akraba ve dostların topluca yemek ye-dikleri, toplumdaki sosyal dayanışmayı canlı tutan tören yemekleri de özel gün yemekleri olarak önem taşırlar. Dini bayramlar, kandiller, aşüre ayı, nevruz ve eğrilce (hıdırellez) gibi mevsimlik bayramlar, evlenme ve sünnet düğünleri, iftar davetleri, hac dönüşü yedirilen yemekler, ölü evine gönderilen yemekler, özel gün yemekleri olarak yenildiği günlerin anlamını belirtmektedirler.
Anadolu Lezzetlerinin Sivas Buluşmasını okumak isterseniz.
Posted by Picasa

14 Ağustos, 2007

Sivas Yemekleri-1 (Nihayet Yazılabilen Yazıları İle)


Sivas'ın yöresel yemeklerinden bir kaçının görüntüleri yer almakta blogumda. Daha tattığım, özlediğim ya da sadece adını duyduğum bir çok yemeği var. Çirli et ve kelecoş, ballı helva sadece adını duyduklarımdan. Hingel, bad, Anneciğimin çok güzel yaptığı sarı burma, kaymakla ve tereyağı ile yapılan katmerleri, fırın ve tandır çörekleri ise bence çok güzel. Tandır çöreğini çocukluğumda köyde bulunan bir-iki akraba heybelerinde getirirdi, çok lezzetliydi. Yanında köy yoğurdu ve biz çocukların en çok sevdiği çedeneli kavurga. Kavurga daha ziyade buğdaylar yeni çıkınca, yıkanıp, güneşte kurutulup, ateş üzerinde saçta çedene ile birlikte kavrulan bir çeşit kuruyemiş diyebiliriz. O bir iki akrabanın da köyle ya da hayatla ilgileri kesilince bizde bu lezzetleri görmedik daha.

İçli köfte:

Benim yaptıklarımdan, Sivas'ta patatesli ve kıymalı olarak iki çeşit yapılmakta. Patatesli olan haşlanıp ezildikten sonra, tereyağ, salça, kırmızı pul biber bolca ve de kavurma da eklerdi biraz Anneciğim. Köfte kışın yapılıyorsa, güzden yapılan keçi kavurmasından eklenirdi. Sivas'ta koyun daha makbul tutulmakla birlikte kavurmada keçi eti tercih edilirdi.

İnce bulgur kısırda olduğu gibi kaynar su ile ıslatılıp, yumuşaması için bekletilir. İyice yoğrulur. Dağılmaması için un ve yumurta akı eklenip, cevizden büyük parçalar alınıp, içi açılarak patatesli iç konulup, kapatılır. Kaynayan suya dağılmaması için limon suyu, lezzet açısından da tuz eklenip, köfteler haşlanır. Tepsiye alınıp, kızdırılmış tereyağı dökülerek servis yapılır.

Mumbar Dolması:

Hayatımda hiç yapmadığım için çok teferruatlı bir bilgi veremem ama, Annem'den izlediklerimi aktarabilirim. Koyun tercih edilir. En önemli kısmı çok iyi tmizlenmesi. Yıkanacak, bıçakla kazınacak, yine yıkanacak, suda bekletilip, akabinde tuzla iyice çırparcasına karıştırıp yıkanacak. Ters çevrilerek yağlı kısım içte bırakılıp, dolma içi gibi lakin bulgur kullanılarak yapılan içle dolduruluyor. Bir ucu dıştan bağlandıktan sonra doldurulup, diğer uçta bağlanarak tamamlanıp, kaynar su da haşlanıyor.

Ziyaret eden arkadaşların yorumlarında belirttiği gibi bizde de Annem tarafından yapılan bu lezzet, artık Anneciğim rahatsız olduğu için pek yapılamıyor.

Madımak Aşı:

Gelelim eskiden ismi anılınca türküsü, oyunu ve de mis gibi aşı ile hatırlara gelirken, 2 Temmuz 1993'ten beri adını taşıyan otelde yanan insanlarla özdeşleşen madımağa. Öncelikle ülkemizin her bir yanı proveke eylemlerden, hatırası yürekleri yaralayan olaylardan uzak dursun, böylesi hadiseler bir daha yaşanmasın ve insanımıza ibret olsun diliyorum.

Madımağın en çok ve en güzel Sivas ve Tokat'ta yapıldığını düşünüyorum. Ben, balık, tulum peyniri, yufka ekmek ve madımağı sonradan sevenlerdenim. Çocukuğumda bunlardan birini yemek zorunda isem, Annemin yemek seçme yasağından dolayı hindi gibi düşünür, bir kaçış yolu için yaptığım tüm beyin jimnastikleri Annem tarafından anında farkedilip savuşturulduğu için kös kös sofranın yolunu tutardım. Hepsi bir yana ama yufkların kaynağı kuruduktan sonra gözümde azizleşmesini bir türlü anlayamam. Baklava yapmasını bilmeyip iyi baklavadan anlayan tüm vatandaşlarım gibi ben de çocukluğumda bize gönderilen incecik ve kocaman, Annemin tabiri ile yakmadan kaşlı gözlü pişirilmemiş yufkalardan sonra, kalın ve ufak yine Anneciğimin o günlerden aklımda kalan tabiri ile, af buyurun ' dana derisi' gibi yufkları hiç beğenmem, rast geldiğim yerlerde. Lakin atalarımızda söz çok 'inersin gönül inersin ' babından olarak, dana derisi gibi de olsa kendileri ile karşılaşmaktan müşerref olurum.

Neyse artık gerçekten gelelim ' oylum oylum madımağa'

Madımaklar seçilir. Uçlarının uzun kısımları alınır. Güzelce yıkanır. Bir satır ile tahta üzerinde imcecik kıyılır. Sivas tabiri ile dövülür. Kemikli et ve pastırma ve de soğan sotelenerek, salça eklenerek, madımak ve kaynar su eklenir. İyice pişirilir. Birazcık bulgur eklenir. Annem biraz da süt ekler yumuşak olsun diye. Kıvamı öyle ıspanak yemeği gibi değil de çorba gibi olur. Adı üstünde işte aş. Bizim Tokatlı dostlarımız çemen de eklerler ama biz en azından aile çevremizde kokusu sebebiyle tercih edilmez. Eşimlerin yemek kültüründe olmadığı için pek alışamadı madımağa. Çocuklara da annem gibi bir yemek seçmeme kuralını koymayıp da şimdi uğraşıp durduğum için bizim evde pek pişemiyor. Oysa baharda semt pazarlarında karşılaştığım gibi kışın da ara sıra ziyaretime gelen Sivaslı Amcanın getirdiği kuru madımak epey durdu çekmecemde. Sonra hangi madımak severe verdim bilmiyorum ama ben sadece Anneme gittiğim zaman yiyorum ve o da yufka kadar olmasa da intikamını alıyor benden. Diğer yemekler de sonraya kalsın efendim, saat ilerledi. Daha Turaç restorantın da görüntüsü var kendi yok ama malum yoğunluk. Eskilerin tabiri ile yürekte var elde yok. Bizim başkaban, komser ve de son olarak derslerine çok çalışıp ağa olacak olam oğluşumun uykusu gelmiş beni masal okumaya çağırıyor.





Posted by Picasa

Sivas Yemeklerinden-2

Posted by Picasa

10 Ağustos, 2007

Miraç Kandili...

Kandilinizi kutlar, ülkemize ve tüm insanlığa hayırlara vesile olmasını dilerim.

MİRAÇ KANDİLİ(10/11 ağustos 2007)
Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Miraç Gecesidir. Miraç bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir.
-
Resulullahın (a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur. Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur'ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur.
Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur'ân'da şöyle anlatılır:
-
“Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” (İsra Suresi, 1)
-
Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle' anlatılır: “O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me'vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre'yi Allah'ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7-18.)
-
MİRAÇ NASIL OLDU?

- Miraç, Receb ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.
-
Bir rivayette Hz. İsa'nın doğduğu yer olan Betlaham'a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü's-Sahra'nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi.

Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler. Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü'l-müntehâ'ya geldiler.

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra hergün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti. Hz. Cebrail'in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu. Süleyman Çelebi'nin dediği gibi “Aşikâre gördü Rabbü'l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti” İnşaallah... Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı., “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam “50 vakit namaz” buyurdu. Hz. Musa'nın, “Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı. Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail'in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke'ye döndü.
-
Sabah olunca Kabe'nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı. Onlar Peygamberimizden delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam de onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı. Ama yine de Peygamberimizden üst üste Miraça çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs'e, Mescid-i Aksâ'ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, “Bir ayda gidilebilen Bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?” diye itiraz ettiler, ardından da Mescid-i Aksâ'yı görmüş olanlar, “Mescid-i Aksâ'yı bize anlatır mısın?” diye Peygamberimize soru yönelttiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı: “Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü'l-Makdis'i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, ‘Beytü'l-Makdis'in kaç kapısı var?’ diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü'l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.” Bunun üzerine müşrikler: “Vallahi dos doğru tarif ettin” dediler, ama yine de iman etmediler. O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur” diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir “Sıddîk, tereddütsüz inanan” ünvanını aldı.
-
PEYGAMBERİMİZ NEDEN MİRACA ÇIKTI?

Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır. Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz'i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz'i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir. Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi'râcin bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür. Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi...

PEYGAMBERİMİZ,ALLAH İLE NASIL GÖRÜŞEBİLİR?

Soru: “Bize herşeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?” Cenab-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır, fakat herşey O’ na sonsuz şekilde uzaktır. Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir. Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir. Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak herşeye yakındır, ama herşey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakkın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır. Bir insan nasıl göklere çıkabilir? Soru: “Bunun bir örneği var mıdır? Bir uçak ancak 10-15 bin metre yukarı çıkabiliyor, bir uzay gemisi ancak Ay'a ve Venüs'e ulaşabiliyor. Bir insan birkaç dakika gibi kısa bir sürede milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?” Yerküremiz, yani Dünya bir yılda yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman'ın Arşına çıkaramaz mı?
-
PEYGAMBERİMİZ SADECE RUHUYLA GİTSE OLMAZMIYDI?

Soru: "Öyleyse ise neden Miraça çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?" Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir. Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir. Zaten Cenab-ı Hak Cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir. Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü'1-Me'vâ'nın gövdesi olan Sidretü'l-Müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir. Peygamberimiz Miraça sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.

PEYGAMBERİMİZ KISA ZAMANDA NASIL GİDİP GELDİ?

Soru: "Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?" Cenab-ı Hakkın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 360 km/sn'dır. Acaba Peygamberimizin lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir? Yine bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir. Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir. İşte Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Burak'a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.
-
MİRAÇIN BENZERİ OLAYLAR VAR MIDIR?

Soru: "Peygamberimizin Miraça çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?" Miraçın çok örnekleri vardır: Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir. Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir. İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraçla kâinata arkasına alarak İlâhî huzura girebilir. Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir. Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor. Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arşa, Arştan yeryüzüne gidip geliyorlar. Cennette, Cennet ehli mü'minler, Cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar. Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü'minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem Efendimizin bir anda Miraça çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir.

MİRAÇLA GELEN HADİYELER:

Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o yüce insan mü'min ruhlara manen şöyle diyordu: “Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.” Böylece mü'minler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular. İkincisi: İnsan herşeyi merak ediyor. Ayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki Ay O Ezelî Sultanın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor. Mü'minler merak ediyorlar. “Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık” derken, İki Cihan Serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir. Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz kendi gözüyle Cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir. Öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir. Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz Miraçta Cenab-ı Hakkın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin Cennette mü'minlere de nasip olacağı müjdesini verdi. “Ayın on dördünü nasıl açıkça gözünüzle görüyorsanız, Rabbinizi de öyle Cennette apaçık göreceksiniz” buyurarak bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi. Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, “Sen paşa oldun” dense ne kadar sevinir. Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, "Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah'ın rahmetine gireceksin" dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 31. Söz.)

MİRAÇ GECESİ NAMAZI
-
Miraç gecesi kılınacak namaz on iki rekattır. İki rekatte bir selam verilerek kılınacak olan namaz on iki rekat ile bitirilir. Her rekatte Fatihadan sonra on kere ihlas okunur. Kılınma zamanı yatsı namazı kılındıktan sonra, imsak vaktine kadar ki herhangi bir vakit olabilir. Bu oniki rekat namaz bittiği zaman selamdan sonra yüz defa : “Sübhanallahi vel hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim” duası okunur. Ardından da yüz kere istiğfar yapılır. Miraç Gecesinin Gündüzünde Kılınacak Namaz Miraç gecesinin gündüzünde öğlen namazını kıldıktan sonra sonra dört rekat namaz kılınır. Bu namazın;birinci rekatında Fatiha’ dan sonra bir kere Felak suresi, ikinci rekattan sonra bir kere Nas suresi, üçüncü rekatta üç kere Kadr suresi, dördüncü rekatta elli kere İhlas suresi okunur.

-
Kaynaklar: 1. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 31. Söz
2. Mübarek Aylar Günler ve Geceler
3. Üç Aylar İbadet Rehberi

Netten alıntı. Beğendim ve paylaşmak istedim.

Not: Son günlerde işlerimizdeki aşırı yoğunluğa bilgisayarımdaki arıza da eklenince, güncelleme yapamadım. Ziyaretçilerimden özür diliyorum. Hoşçakalın...