01 Aralık, 2009

Babamı Kaybederken....



Hastahaneden cenaze levazımatçısının önünde indiğimden beri yürüyorum... Daha doğrusu kefen alırken, kefenlerin cinsiyete göre farklılık arzettiğini öğrenip, bir erkek kefeni aldığımdan beri yürüyorum....

Kefen paketi kolumun altında, okula giderken kitaplarımı, klasörümü taşır gibi, yürüyorum... Belki de Babamın beni üniversiteye bırakıp giderken, O'nu uğurlarken gibi, Annem' den, Fikriye Annem'den ayrıldığım zaman ki gibi, öksüz bir tavırla, 'gözyaşım' sakın akma diyerek, yürüyorum... Tek bir farkla ! O zaman Onlar üzülmesin diye gözyaşı yasağı... Şimdi ise sadece yollarda ağlamak istemiyorum, yürüyorum...


Biraz önce girebildim yoğun bakıma yanına. Hayatım boyunca yaşam destek ünitesi görmek isteyeceğimi sanmıyorum. Yanına yaklaşıyor, elini tutuyorum, baba, babacığım ben geldim, ben... diyerek fısıldıyorum kulağına. Sesimi ve adımı söyleyince nabız ve nefes hızlanıyor, doktorlar koşuyor, 'hasta heyacanlandı' cümleleri telaşla çıkıyor ağızlardan.. Bir türlü elimi kavrayamayan ' o güçlü ' ellerini bırakıp, dışarı gönderiliyorum...

Doktorları bekliyorum, görüşüyorum, bir üstleri ile, bir başkası ile.... bir daha... farklı yüzler, neden hep aynı cümleyi tekrarlıyor... 'Hazırlıklı olun, yaşaması imkansız, beyin çok darbe almış...' Ben de hep, bünyesinin güçlü olduğunu ve daha önce atlatabildiği zor rahatsızlıkları aktarıyorum. Olamaz mı, düzelemez mi sorusuna, neden hiç kimse olumlu cevap vermiyor ki... Bu hep bilip, geldiğimiz hastane, bu kadar çaresizlik dolu mu idi? Bu yeni tanıştığım hissiyatı taşımakta zorlanıyorum, nefesimin sıkıştığını hissediyor, bir yandan da dışarıda bekleyen yakınlara ümid vermeye çalışıyorum.. Olmayan bir şeyi verebilmek insandan ne kadar uzak...

Kardeşlerim ve kendisine kardeşten daha yakın dostlarını, dillerinde O'nu çepeçevre saran duaları, yüzlerinde ki mahsun ifade ile bırakıp, ayrılıyorum.

Yürüyorum ve dua ediyorum, yürüyorum... Bir yağmur başlıyor inceden...Islanıyorum, yürüyorum. Sonbahar yağmuruna Sivas'ın hep var olan rüzgarı eşlik ediyor, gazeller uçuşuyor ağaçlardan... Babamın ömür yaprağı gibi pek hafif bir ilintisi kalmış olmalı ki, savrulup gidiyor ötelere... Dua ediyorum, yürüyorum...

Arabadan inip, hazırlıklı olmanın cisimleşmiş hali adına kefenini aldıktan sonra, Kepçeli'den o meşum kazanın olduğu Hükumet Meydanı'na doğru uzanan kaldırımda, her bir karede farklı anılar canlanarak yürüyorum...


Şems-i Sivasi Hazretlerinin türbesini, Meydan Camii'yi geçiyor, dağılan cemaati izliyorum.. Ailece ziyaret edip, etrafında bulunan çarşıdan alış-verişimizi yaptıktan sonra gittiğimiz Merkez Lokantasına takılıyor gözlerim. Babamın artık hiç dolaşamayacağını, camii cemaatinden olamayacağını, artık hiçbir şey yiyemeceğini düşünüyorum. Lezetleri darma dağınık eden ölüm bu imiş demek...

Yürüyorum.. Bir yandan doktorun en son cümlesi tekrarlanıyor kulaklarımda.. 'Beyin ölümü gerçekleşmiş olabilir, cihazımız yok' Bilemiyorum hiç bir şey bilemiyorum, tek gördüğüm artık yeşil gözlerinin hiç açılmadığı, pembe yanaklarının da beyaz, mermerimsi bir hale büründüğü...



Önüme ilk çıkan markete giriyorum, hazırlıklı olmak adına... Hani kalabalıkta gerek olan birşeyler olursa diye, rastgele birşeyler dolduruyorum... O esnada bir ses duyuyorum 'baba' diye hitap eden... Bir daha hiç baba, babacığım diyemeceğimi düşünüyorum. Bu çok kötü geliyor, hala kötü... İlk zamanlar insanlar gidip, yalnız kalınca, kendi kendime söyleyebileceğimi düşünsem de, babacığım demenin artık hep içimde hapsolunacağını anlıyorum...



Yürüyorum... Babamla hayatımızda ilk ve son kaçamağımız olan dondurma salonu çıkıyor karşıma.. Baharın başlarındayız. Sivas için erken denebilecek bir zamanda, dondurma çıkmış. Ben çok ısrar ediyorum. Malum her çocuğun ortak nidası, ' ama babacığım ' kelimeleri ardı ardına. Babam da aynı şeyleri tekrarlıyor. Evladım rahatsızlanırsın, ateşin nükseder yine.. Kazanan ben oluyorum, Babam ilk defa, ' ama Annene söylemek yok ' diyor, ben Babamın şartına şaşırarak giriyorum salona. Kocaman birer kase dondurma yiyoruz baba -kız. Beklenen olmuyor, ne hastalığım nüksediyor, ne de Annem başımda telef oluyor. Hoş bir anı kaldığını düşünüyorum hep ama, şimdi baktığımda sadece acı görebiliyorum...

Yürüyorum.... Elimdeki kefen paketi iyice ağırlaşarak, ümidsiz bir boyun eğişle adımlıyorum kaldırımları... Telefonu çaldırdığımda açacağını düşündüğüm gibi, her köşe başından çıkabileceği gibi bir hisse kapılıyorum. Bilmem kaçıncı kez bizi getirdiği, bayram alanında, tıpkı geçitte, yan gözle babamı arayıp, hafifçe tebessüm ettiğimiz gibi kalabalıklar arasında O'nu bulmak, eve birlikte dönmek ve bütün bunların sadece bir kötü rüya olmasını istiyorum. Arıyorum, anılara ve hayallere karışıyorum..

Necip Fazıl Merhum'un Kaldırımlar'ını tekrarlıyorum zihnimde ve yürüyorum...


" Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum."



Artık Babamsız yaşamak zorunda olduğumu hissettiğim anda, hiç unutamadığım o hal ile yürüyorum. Sanki ben bir sandalyede idim ve birden, birden biri yaslandığım kısmı çekiverdi ve ben öylece kalıverdim.


Çantamda Mesut'un asker fotoğrafı... Babamın askere yolcu ettiği oğullarından ardından ağladığı tek oğlu Mesut... Görürmüyüm-görmezmiyim bir daha diyerek... Dünya gözüyle asker halini görmek için, benden ısrarla fotoğrafını göndermemi istediği Mesut... İşyerinde memleket kurtarır gibi yoğunluklara gömülüp de postaya veremediğim fotoğrafı şimdi çantamda... Başkanımızın yolculuk esnasında beni arayıp, 'hastaneyi aradım Kızım, kaza sonrası bir şok yaşamış, sadece baygınmış' sözlerine,Annemin benzer cümleleri de eklenince, fotoğrafın yanında Babam'ın sevdiği şeylerden de eklediğim o çantaya baktıkça içim iyice kötü oluyor....




Yürüyorum... Çanta da, kefen de iyice ağırlaşıyor sanki.. Babamın bizi götürdüğü Ethembey'in Parkı'na dalıyor bakışlarım. Biz yine küçüğüz, Annem bankta, Kuleli de okuyan Mustafa Abim de gelmiş, O Fatma'yı, Babam da beni göklere doğru sallıyor. Heyecan ve korku karışık o an hiç bitmemiş olsun, Babam yine "armut dalda, kız bahçede..." diyerek arkamda olsaydı diyorum ve devam ediyorum ağır-aksak yoluma....





Hükümet Meydanındayım... Artık, her geldiğimde, her baktığımda içimi kanatacak olan meydandayım. Sivas'ta iken görev yaptığım kurumun tam karşısında... Eski iş arkadaşlarımın, son sürat çarpan arabanın Babamı nasıl fırlattıp, kaldırıma çarptığını gördükleri alandayım. Artık yürümüyorum, bakışlarım kaza mahalline çivilendi, o anı yaşıyorum.


Gece, can dostlarıyla hiç aksatmadan katıldığı dersten dönen Babacığımın, son gıdası olan bir elmayı yiyerek yattığını öğreniyorum Annemden. Sabah namazından sonra çıktığı evine, bir haftalık yoğun bakımın ardından cenazesini, can dostlarına sakin olacağımıza dair teminatlarla alabiliyoruz..


Ben kaldırıma, yaklaşık üç metre uçup düştüğü ve bir daha da konuşamadığı kaldırım bana bakıyor... O an neler hissettin Babacığım; canın ne kadar yandı ? 12 yaşında annesini kaybetmiş bir çocuk olarak; "Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta " mı demek istemiştin... Bilemiyorum...

Uzanıverdiği kaldırımdan işe giden memurlar hastaneye kaldırıyor. Annemlere haber verildiği andan itibaren gördüğümüz bir türlü yükselmeyen vücut ısısı, düşük nabız ve düşük tansiyon.. Yüksekliğinden hep başına iş açmış tansiyon alay edercesine düşük...


En çok sıcak olmaması bana tesir ediyor.Hep üşüyen bir çocuk olarak sonbaharda, henüz sobalar, kaloriferler yanmadan, bana buz gibi gelen kaşık-çatalımı ısıtan, soğuk olan yatağımı önce o yatıp ısıtan Babacığım, şimdi ısınamıyor.... Bütün ateşini kaldırımlar almış gibi. Sanki Babam için de söylenmiş;

" Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya,

Alsa buz gibi taşlar, alnımdan bu ateşi.

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,

Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi..." derken...
Son akşam... İçimiz de kıpır kıpır bir ümid... Babam daha iyiye gidiyor... Aldığım kefeni uygun bir yere bağışlamayı düşünüyorum, Halamlar evlerine gidiyor, sadece ev halkı kalıyoruz. İsmail yoğun bakım önünde, bekliyor. Mesut hala uzaklarda, tatbikatta, haberi yok hiçbir şeyden.
Sabah namazı sonrası, şifa ayetleri okurken telefon çalıyor... Eşim arıyor Istanbul'dan. " Yola çıktım geliyorum... Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz" diyor. Dona kalıyorum bir an.
Annem ve kardeşlerimi sakinleştirmeye çalışıyorum. İyi olduğu için evlerine dönen Ablama, Halamlara, tüm yakınlara haber veriyorum.....
Bahçedeyim... Dışarda yoğun bir kalabalık. Babacığım tabutta. Çok sevdiği dostları, yakınları ve tanımadığım bir kalabalık etrafında. Kendisi ve arkadaşları tarafından yine çok sevilen Hasan Hoca soruyor, "merhumu nasıl bilirdiniz ? " güçlü bir ses birliği yankılanıyor, "ehli sünnet vel cemaat bilirdik! " diyerek...
Babamın gidişini izliyorum son kez... Bahçede ki çok sevdiği, yaza çıkmazsam şunun toprağını, bunun saksısını değiştirin tembihinde bulunduğu çiçekler de bizim gibi boynu bükük duruyor.
İçerden hanımlardan birinin sesi geliyor, ".... kendi malında bile gözü yoktu, karıncanın kanadını incitmezdi...."
Ağlıyorum sessizce... Son telefon görüşmemizde ki cümleler tekrarlanıyor zihnimde." Seni çok seviyorum Babacığım... Ben de Seni çok seviyorum Semanur ben de Seni "
Rahmet-i Rahman'a emanet ol, güle güle Babacığım...
Babamın da bahsi geçtiği diğer yazılardan birkaçı..
Son Kar Yazısı
Kar Yazısı-2
Kar Yazısı

Kucaklamış Bir Ahmed'i Ahmedim..
http://akcahan.blogspot.com/search?q=kar+yaz%C4%B1s%C4%B1-3




























02 Eylül, 2009

Şam- Kıymalı Tarçınlı Börek

Hemen her yemekte kendisi ile müşerref olduğumuz böreklerden ikincisi. Ben tarçını hep tatlılara yakıştırdığım için biraz garipsedim. Bir önce ki postta olan birincisini daha bana göreydi. Bu son börekle birlikte, görüntülediğim Suriye lezzetleri sona erdi. Esasında bir çoğu içli köfte türevi diyebileceğimiz bir çok yemeklerini incelemiştim.Grup olarak kendimizin gittiği, Türkiye'den bakanların da beğenisini aldığı belirtilen, oldukça otantik mekanda farklı yemekler, tatlılar vardı ama, görüntü alma imkanı olmadı. Onun dışında kebaba devam ettik. Buradan çıkardığımız netice de bir yiyecek velev ki çok güzel de olsa, çok beğenilen bir ürün de olsa, özellikle mutfağı bilmeyen yabancılara farklı lezzetler sunulmalı. Yıldızlı mekanlarda hep kebap dışında ilgimizi çekip, bizi şaşırtan ise, tüm ekibin pür dikkat Türk dizileri izlemesiydi. Öyle ki, seslendiğinizi dahi duymuyorlar. Tüm dikkatleri dev ekran televizyonlarda, bizim dizilerde.
(Bu hafta sonu, iş arkadaşlarımızla birlikte Bursa'ya gittik. Çok güzel bir gezi oldu. Ben bir Bursa sever olduğum için çok mutlu oldum ama diğer katılanlar da mutlu döndüler.
Gezi dönüşü bugün çocuklara Bursa lokumu yaptım. Daha sonra paylaşacağım inşallah.)
Hoşçakalın..Posted by Picasa

Şam- Başlangıçlar

Börek çeşitleri fazla değildi. Biri sofrada görülen bir tür puf böreği, diğeri ise bir sonra ki postta görebileceğiniz kıymalı, tarçınlı bir börek. Yine sarımsaklı, mayonezli yoğurt, patlıcan salatası, mayhoş bir yeşillikten yapılan salata, kuruyemiş ve tabii yine humus.
Hama'ya has bir tatlı ikram edilmişti ama, görüntüleme imkanım olmadı. Yalnız tatlılar bizim damak zevkimize göre epeyce bir az şekerli diyebilirim. Hal böyle olunca, görüntü cezbediyor, tat bir hayli eksik kalıyor.
Tatlılar az şekerli olsa da sahabe kabirleri, peygamber hanımları ve nice evliyalarla dolu Şam mübarek bir şehir. Bu güzel ayda tekrar orada olup, ziyaret etmek ve de tabii yine vatanıma dönmek isterdim. Rabbim tüm isteyenlere başta Kabe-i Mükerreme olmak üzere kutsal beldeleri ziyaret etmeyi kısmet etsin. Hoşçakalın efendim.Posted by Picasa

Şam Salatalarından...

Bu görüntüyü aldığım mekan Hama'daki dertli dolaplardan esinlenerek yapılmış, çok rağbet edilen ferah bir yer. Salataya, Şamın tarçınlı lavaşları kızartılarak eklenmiş. Bir de balzamik sirke ve nar ekşisi tabii. Bizim büyük prenses başımda mazgal gibi bilgisayarı devralmayı bekliyor. Biz bölüm arkadaşlarımla güzel bir iftarın ardından Sami Özer'den (ismini yanlış yazmadım inşallah) eşsiz bir musiki dinleyip henüz döndük ve de minik prenses te tuşlara basmaya başladı, ben gidiyorum özeti, hoşçakalın.

Busra Yolundan..

Bir alt postta bahsettiğim zeytinyağında peynirler. Ben tatmadım, Annem'e göndermiştim. Anneciğim peynirden ziyade yoğrtumsu bir tat ama güzel demişti. Tekrar hoşçakalın, sağlıkla kalın.Posted by Picasa

Busra Yolunda Patlıcanlı Lezzetler

Busra'ya giderken uğradığımız bir alış-veriş merkezinden aldığım bir görüntü... Sedef kakmalı tepsilerden, oyuncağa, turşumsu patlıcanlardan zeytinyağında peynirlere kadar bir çok ürün vardı. Tercümanımız bu patlıcanları çok methetti ama ben cesaret edemedim. Bir sonra ki postta vereceğim z.yağında peynirlerden anneciğime almıştım. Annemle birlikte gitmek istemiştik Suriye'ye hep ama kısmet olmadı. İnşallah daha sonra gidebiliriz.
Biz Sivas'a Selçuklular zamanında gelmiş İlbeyli Türkmenleriyiz. Halep altında bulunan Elbeyli'den gelmişiz derlerdi büyüklerim. Bir kısmı Antep Oğuzeli'ne yerleşmiş. Son yıllarda Sivas'ta Elbeyliler Festivali yapılıyor ve Antep gibi şehirlerde olan Elbeyliler de geliyorlar.
En çok Allah dostlarını görmek için, biraz da köklerinin geldikleri yerleri görmek istiyor Anneciğim. -Hoşçakalın efendim.. Posted by Picasa

Kahvaltı'ya Misafir Bekleyen Ali

Hep uçlarda dolaşan bizim Ali, geçen yıl yememekten acile kaldırılırken bu yıl iştahının doruklarında seyrediyor. Bir pazar günü, kahvaltıya davet edilip te bir türlü ufukta görülmeyen misafiri sabrının son demlerinde beklerken...Posted by Picasa

Halep- Şiş Kebap

Halep'e geldiğimizde kendimizi Türkiye'de güney illerimiziden birinde gibi hissetmiştik. Lezzetlerde de aynı. Bizim tur yetkilileri sayesinde ayrı gittiğimiz meşhur bir mekandaki geleneksel tatlar haricinde hep kebapa talim ettiysek de Halep'te daha bir damak zevkimize uygun geldi. Sofra'da yine humus, bir çeşit muhamara, mayonez ilave edilmiş sarımsaklı yoğurt, taze nane eşliğinde servis yapılıyor. Salatalar güzel, sunum şık idi.. Posted by Picasa

01 Eylül, 2009

Şam'da sabah kahvaltısı

Posted by PicasaBu kahvaltıya bizim grubun bayan üyelerinin bir türlü memnun olmadığı kahvaltı desek daha uygun olur sanırım.. Bizim kahvaltılardan farkı zeytinler daha acı. Hemen her yemekte gördüğümüz humus ve süzme yoğurt farklı olanlardan. Bundan iyisi Şam'da kayısı sözüne uygun kayısı reçelleri güzeldi. Diğer ürünler klasik, her yerde olan tatlar. Bizim arkadaşlar, poğaça, börek olmamasından en çok da çayda ince belli bardak bulmak için çaba sarfettiler, ingilizcesi olmayan garsonlara arapçası olmayan bizler olarak! Araya tercüman girse de ince belli bardak memleketimize has.. Lakin;
"gönül ne çay ister ne de çayhane
gönül dostu ister, çay da bahane..." Kahvaltıdan sonra gittiğimiz Muhyiddini Arabi Hazretlerinin türbesindeki manevi hava muhteşemdi... İlgili görüntüler gülirana malum. Hoşçakalın efendim...

SURİYE YOLUNDA- ANTEP BAKLAVASI

Posted by PicasaArkadaşlar Merhaba; Öncelikle hepinizin Ramazan Ayı'nı tebrik ediyor, hayırlara, mutluluklara, güzelliklere vesile olmasını diliyorum.

Hatırlayanlar bilir Suriye ziyareti sonrası alabildiğim yemek görüntülerini paylaşacağıma söz vermiştim. Yaz tatilinde aldığım Sivas ev eriştelerini, Ramazan sofralarını yazmadan, taslaklarımda bekleyen Suriye lezzetlerini paylaşmak istedim.
Sayfamı aşırı yoğunluktan böyle ağır-aksak sürdürmek beni üzüyor lakin, işler çok yoğun, Zeynep minicik bir prenses olunca hiçbir şey istediğim gibi olmuyor. Tatilde Kahramanmaraş ve Sivas'a gittim. İkisi de güzeldi amma yirmi gün boyunca hep pırıl pırıl bir güne uyandığım, (nemli memleketlerin puslu havasına alışamayanlar bilir) hiç terlemediğim, sabahın seherinde fırınlarından tel tel katmer, nar gibi susama bulanmış çörek, incecik tırnak pide ve lavaşların kokusunun serinliğe karıştığı ve artık her yönden bir büyükşehir havasına girmiş olan Sivas'ımızdan ayrı yaşadığım için daha bir üzüldüm. Dostlarla geçirdiğim gönül sohbetlerini, Selçuklu şaheserleri arasında dolaşırken iki adımda bir tanıdık simalarla karşılaşamı yad ederken bugün gözlerim doldu...

Sadede geleyim değil mi hani önce Suriye yemekleri idi? Suriye... Allah dostları, Küçük Cennet-ül Baki, yürek yarası Hz. Hüseyin, ehli beyt ve abeyinin başı kucağında Kufe'den Şam'a gelen dertli Seyyide Zeynep Validemiz...
Baklavalar Antep'te Sahan'da yemekten sonra gidilmişti.. Lezzetine kimsenin şüphesi olmayacağı düşüncesiyle fazla söze hacet yok diyorum. Diğer postlarda aldığım yemek görüntüleri olacak, ezan okundu, şimdi iftar sofrasına, hoşçakalın, afiyetle kalın efendim...

24 Temmuz, 2009

El Yazısı ve Karakter




İşe ilk başladığım yıl, aldığım ilk seminer 'insan' üzerine idi. Sosyologlar bir çok olgunun tarifini yaparken, insan nedir sorusunun cevabı 'insan, insandır' şeklinde olduğunu belirtmişti hocamız. Çalışma hayatında en sevdiğim saatlerden biri de güzide insanlardan güzel eğitimler almak. Geçtiğimiz hafta daha önce eğitim almayan arkadaşlara, iletişim, takımdaşlık, protokol ve nezaket usulleri derslerini Münir Arıkan ve Uğur Tandoğan hocalarımızdan alırken; el ahseni et tekrar, velevkane yüzseksen ( tekrar güzeldir, velev ki yüzseksen defa olsa da) sözü gereği tekrar tekrar, zevkle dinledim. Yüreklerine sağlık.


Lafı fazla uzatmadan sadede gelecek olursam, insan kendi altında olan şeyleri tanımlayabilirken, insanın tarifinde, insan insandır diyor ve bir takım usullerle bu kapalı sandığın iç alemini çözmeye çalışıyor.


Bunlardan biri de sabah gazetesi, işte insan bölümünde denk geldiğim el yazısından karakter okuma sanatı. Sizleri el yazısı ve karakter konusu ile başbaşa bırakırken güzel insanlarla karşılaşıp, güzel anlar ve de güzel bir ömür sürmenizi diliyorum.


Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş. Hoşçakalın efendim...


El yazınız profesyonelliğinizi ele veriyor



Yazı Tipi Boyutu:




El yazınız sağa eğildikçe kararlarınızda duygusallık öne çıkıyor.




L, t ve h harfleri, iş hayatınızdaki hırs ve iktidar sırlarınızı ortaya döküyor.




El yazısı bilimi şimde de iş dünyasının hizmetinde...



Üç bin yıl önce Çinliler tarafından geliştirilen ve birçok kültür ve uygarlık tarafından büyük itibar gören el yazısı bilimi (grafoloji), bugün iş dünyasının hizmetinde.




İş dünyasının bu yönteme en çok başvurduğu alan ise işe alımlar. El yazısı, kişinin karakterini, davranışlarını, eğilimlerini tahmin etmekte ve kişilik analizinde en etkili ve güvenilir yöntemlerden biri olarak addediliyor.




Bu yöntem eleman seçme ve yerleştirme süreçleri, mülakatlar, ekip kurma çalışmaları ve kariyer planlaması gibi geniş bir alanda sık kullanılan bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor.



Sodexho gibi çokuluslu şirketlerden bazıları dünyanın her yerindeki ofislerinde işe alım süreçlerine el yazısından kişilik tahlil etme yöntemini dahil ediyor.




El yazısının kişinin sosyo-ekonomik kökenini, yaşama biçimini, hayattaki duruşunu ve eğitimini yansıttığı Fransa gibi ülkelerde şirketler yüzde 80 oranında iş görüşmelerinde el yazısıdan kişilik tahlili yapıyor.



İngiliz Grafoloji Enstitüsü Başkanı Elaine Quigley, tüm dünyada tanınmış grafologların başında geliyor.


Quigley’e göre el yazısı bir nevi ‘zihin yazısı’ demek. Bu konuda grafolojinin kullandığı evrensel bir metodoloji de var.


Yani el yazısıyla kişinin karakterini okurken kullanılan göstergeler, ulustan ulusa, kişiden kişiye değişmiyor.


Uzman bir grafolog, kişi hangi ulustan gelirse gelsin hangi lisanda yazarsa yazsın, o kişinin düşüncelerinin el yazısıyla kağıt üzerine yansıyan izdüşümlerini okuyabiliyor.



Grafolojide en az 300 farklı el yazısı örneğinden yola çıkılarak inceleme yapılıyor. Fakat yine de değişmeyen ve temel olarak nitelendirilen belli bazı göstergeler var.




İşte bunlardan bazıları:



Eğim:


El yazısının sağa doğru eğimi, kişinin iletişim yeteneğinin göstergesi olarak yorumlanıyor. Örneğin kişi daha arkadaş canlısı, yönlendirici, sorumluluk sahibi, girişken olma eğilimi taşıyordur. Aynı zamanda satış yapmaya, kontrolü elinde tutmaya, sevilmeye, destekçi olmaya kadar uzayan birçok olasılığı barındırır.




Yazı sağa doğru eğildikçe kişinin kararlarında duygularının etkisinde kalma özelliği artar. + El yazısının genellikle dik oluşu kişilik bağımsızlığına işarettir.




Sola doğru eğilen el yazısı, duygusal olarak ihtiyatlılığı temsil eder. Bu el yazısının sahibi, öncelikle her detayı doğrulama ihtiyacı duyar. Başkalarının onu herhangi bir söz vermeye zorlamasından hoşlanmaz.



Büyüklük:




Büyük el yazısıyla yazan kişiler daha çok dışadönük, dost tavırlı kimselerdir. El yazısının sahibi kişi yabancılara karşı daha mesafeli olmayı tercih etse de kendine güvenle hareket eder. + Küçük el yazısı mantığı temsil etmenin yanı sıra zıt düşülen kişilere karşı acımasız olmayı da ifade eder. Akademik ve zihinsel uğraşılardan hoşlanan kişilerde bu tip el yazısı görülür. + Eğer yazı hem küçük hem de zarif ise kişinin kendi dalga boyuna uygun olmayan kişilerle de iyi bir iletişim kurması olası değildir. Bu kişiler, sosyal olarak kabul görmüş kuralları yıkmak konusunda zorlanırlar.



Baskı:




Koyu harflerle yazan kişiler verdikleri sözü yerine getirmek konusunda çok titizdirler. Ve etraflarındaki birçok olan biteni ciddiye alırlar.


Çok koyu harfler ise kişinin gerginliğinin, eleştiriye karşı sinirlerine fazla hakim olamayışın ve küçük imalardan bile alınganlık gestermenin ifadesi olarak yorumlanıyor. Bu kişiler önce tepki gösterir sonra soru sorarlar. Ve duygusal davranışlarını devam ettirirler.




Çok silik ve ince yazılar ise ortama ve insanlara olan hassasiyeti temsil ediyor. Ama yazı aynı zamanda kaba saba ve şekilsiz ise kişi duygusal derinliği bile devam ettiremiyordur ve sönük bir yaşam tarzı sürdürüyordur.



L, t ve h harflerindeki sırlar:




Bu harflerin üst kısımlarının uzun olması hedef ve hırsın mevcudiyetini gösterir. Ancak üst tarafı fazla uzun l, t ve h’ler, kişinin başarması gerektiğini düşündüğü meselede gerçekdışı beklentiler içinde olabileceği anlamına gelir.




Bu harflerin üst tarafının oranlı bir şekilde kuyruklu olması kişinin herşey üzerine etraflı bir şekilde düşündüğünü ve hayalgücünü makul bir şekilde kullandığını gösterir.




Kıvrımın enli olması, yeni fikirler üretme ve bunların üzerine uzun uzadıya düşünme eğilimini ortaya koyar.


Üst kıvrımın tekrar harfe geri dönmesi, yazı sahibinin hayalgücünü kullanmaktan kaçındığını ve elindeki işi bitirebilmek minimum gerekliliklerle kendini sınırladığını gösterir.



G, y, p harflerindeki sırlar:




Kuyruğun dik olması, sabırsızlık alametidir.


Kuyruğun basık bir şekilde yuvarlanması, saldırganlık ve yüzleşmekten uzak durma isteğini ortaya koyar.




Kuyruğun bastırılarak yazılmış tam bir kanca halini alması, enerji, para kazanma isteği ve tenselliğin göstergesidir.


Kuyruğun bastırmadan tam bir kanca şeklini alması güvenlik ihtiyacını gösterir.




Kelimeler arasındaki mesafe




Kelimeler arasındaki mesafenin fazla olması, “bana nefes alacak alan bırak” mesajını içerir.




Kelimeler arasındaki mesafenin daha az olması ise başkalarıyla birlikte olma isteğini ortaya koyar, ama böyle yazan insanlar zaman zaman gereksiz bir kalabalığa neden olabilirler ve dayatmacı bir kişilik sergileyebilirler.





Satırlar arasındaki mesafe:




Satırların arasının açık olması, olaylara sakin ve geniş perspektiften bakma eğilimini ortaya koyar.


Satır aralarının dar olması, yazarın hareketi sevdiğini ve eylemin içinde olmaktan hoşlandığını gösterir.


Satır araları dar olup, harfler arasındaki bağlantı çok sıkı değilse, söz konusu el yazısının sahibi baskı altında sükunetini koruma disiplinine sahiptir.



Sayfa kenarındaki boşluk:




Sayfanın sol tarafındaki boşluk, kişinin köklerini ve ailesini gösterir.




Sağ taraftaki boşluk, diğer insanları ve geleceği temsil eder.




Tepedeki boşluk hedef ve hırslardır.






Sayfanın dibindeki boşluk, enerji, içgüdü ve pratiklik anlamına gelir.




Sayfanın sol tarafındaki geniş bir boşluk bırakılması, hareketliliği sürdürme isteğini ortaya koyar.


Soldaki mesafenin az olması ise temkinlilik ve hazır olmadığı takdirde bir şeyleri yapmaya zorlanmaktan kaçınma isteğini belirtir.




Sağ taraftaki boşluğun az olması, sabırsızlık göstergesidir ve bir an once işe başlayıp işi bitirme eğilimini yansıtır.


Sağda geniş bir boşluk bırakılması ise bilinmeze karşı korkunun mevcudiyetini ortaya koyar.

25 Haziran, 2009

YAT GEZİSİ- Boğazı özleyenlere ithaf olunur-




İnsan kaynakları bölümü olarak Tuzla'dan Boğaz'a uzun bir yat gezisi düzenledik. Kahvaltı, sohbet, Süleyman Zeki Bağlan Hoca'dan güzel bir sunum, Ahmet Meter'den kanun resitali birazcık da arkadaşların eğlence faslı derken bu kadar uzun bir süreyi insanları sıkmadan geçirdiğimiz için mutlu olduk.
Görüntüleri özellikle boğazı, Istanbul'u özleyen arkadaşlara ithaf etmek istiyorum.
Sizleri boğaz görüntüleri ile baş başa bırakırken, sağlıcakla kalın,
Kandiliniz Mübarek Olsun diyorum...















20 Mart, 2009

SURİYE GEZİSİ-2


Öncelikle;

Bu kadar gecikmeli bir yazı olduğu için gezi notlarını bekleyen, blogumu ziyaret edenlerden özür diliyorum. Kesinlikle elimde olmayan sebeplerden, yaşadığım aşırı yoğunluktan kaynaklandığını bilmenizi istiyorum. Şimdi çoktandır yarım olan yazımın tamamlanabilmiş olan hali aşağıda. Suriye'den görüntüler ise;

http://www.gulirana.blogspot.com/ da... ( 42 Suriye karesi- başlıkları eklendi)








Merhabalar Efendim;


Suriye çok uzunca zamandır görmek istediğim yerler arasındaydı. Zaman zaman ilgili tur firmalarını inceleyip, niyetlendiğim olmuştu ama, kısmet bugüne imiş. Suriye turları genelde 3 günlük. Biz de grup olarak, cuma ikindi gibi çıkıp, pazartesi akşam eve döndük.





Bizim seçtiğimiz tur gibi birçok firma, Gaziantep'te olduğu için biz cuma akşamı Antep'e indik. Akşam yemeğinin ardından karayolu ile yola koyulduk. Pasaportunda İsrail vizesi olan bir grup arkadaşımızı Suriye sınırında bırakarak sabah namazını Humus'ta Halid bin Velid (R.A) ve Hz. Ömer'in oğlunun (R.A) türbesinin de içinde olduğu bir camiide kıldık.Halid bin Velid Şam'ın da fatihi olan büyük bir komutan. Hakkında detaylı bilgi edinmek isteyen http://enfal.de/ecdad52.htm sitesine bakabilir.



Daha sonra Şam'a hareket ettik. Tüm gezilen yerlerle ilgili arkadaşlarımın bolca çektiği görüntülerden, http://www.gulirana.blogspot.com/ sayfama aktardım. Kendinizi gezmiş hissedecek kadar bol görüntü var. Kendi çektiklerimi ve sınırlı olan yemek resimlerini daha sonra paylaşabilirim.



Şam hadisi şerifte mübarek olarak vurgulanan, içinde bir çok Peygamber, Küçük Cennetül Baki denecek kadar çok fazla ehli beyt vesahabe ve de sayısız evliyanın olduğu bir şehir. Şam'da ilk olarak Muhyiddin-i Arabi Hz.lerinin türbe ve camiini ziyaret ettik. http://gizliilimler.tr.gg/Muhyiddini-Arabi.htm sitesinden detaylı bilgi alınabilir.



Kabil'in Habil'i katlettiği ve dünyada ilk cinayetin işlendiği için yeryüzünün feryat eden bir ağız şeklinde görüldüğü mekan da fazla uzak sayılmaz. Tüm gezilen yerlere ait gulirana'ya çok fazla görüntü ekledim ama, bu mekanda fotoğraf çekmek yasaklanmış.Yine http://www.kalemim.org/ordan-burdan/habil-ve-kabil-kissasi.html dan daha detaylı bilgi alınabilir.




Hz.Hüseyin (R.A) ve 16 Kerbela şehidinin başlarının konulduğu mekanı ve makamlarını ziyaret ettik. İlgili görüntüler http://www.gulirana.blogspot.com/ da mevcut. Hz.Hüseyin ve Hz. Hasan'ın çocuklarının, Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Ümmü Hafsa validelerimizin türbelerini ziyaret ettik. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimizle ilgili http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1630 sitesinden detaylı bilgi alınabilir.


Emeviye Camii muhteşem! İçinde Hz. Yahya Peygamberin türbesi yer almakta.

Seyyide Zeynep (r.a) Türbe ve Camii'si çok görkemli. Humeyni zamanında İran tarafından dört ton altın kullanılarak yapılmış. Seyyide Zeynep Kerbela'dan kardeşi Hz. Hüseyin'in ve yeğenlerinin başı ile hayatta kalan tek yeğeni dokuz yaşındaki Zeynel Abidin ile birlikte gelmiş. Yezid ve etrafındakilere karşı çok cesur ve anlamlı bir konuşma yaptığı bilinmekte.
Suriye'ye gezi düzenleyen firmaların siteleri de incelenerek detaylı bilgi alınabilir. Aldığım görüntüler belirttiğim gibi diğer blogum gülirana da. Şimdi açıklamalarını da yazacağım. Daha sonra yemekleriyle ilgili izlenim ve görüntülerimi de paylaşırım inşallah.
Mardin Mazıdağı Bilge Köyünde yaşanan, yüreklerimizi burkan olayların yaşanmamasını dilerken, hepiniz hoşçakalın efendim....












Posted by Picasa

16 Mart, 2009

SURİYE GEZİSİ


Antep'ten başlayıp;Humus, Şam, Hama ve Halep olarak devam eden gezimiz güzel anılarla sona erdi. Enkısa zamanda gezi ve çekebildiğim yemek görüntüleri olarak paylaşacağım.. Şimdilik hoşçakalın...

Not: Görütüleri daha büyük ve anlaşılır görmek için üzerine tıklayın lütfen...

Posted by Picasa

06 Mart, 2009

Birkaç Gün Yokum Buralarda .......ve Zeynep Dilruba..

Birkaç gün olmayacağım Istanbul'da... Bir gezi dönüşte paylaşırım izlenimlerimi inşallah. Yukarıda Istanbul'a bolca yağan rahmet damlaları sonucu bahçeden bir görüntü. Aşağıda; Minik Prensesim Zeynep Dilruba, merak eden ve özleyen teyzelerine ithaf olunur...


25 Şubat, 2009

MİM

Asma yaprağında enginar
Zeytinyağlı sarma


İçli köfte



Kirece yatırılan, ıtırlı, bademli domates reçeli. ( ikram ettiğim hiç kimse domates tahmininde bulunmadı)


Patatesli peynirli toplar.. (Tüm lezzetlere ait tarifler blogumda mevcut. )






Sevgili Pasturkey, çok severek yaptığım beş lezzete ilişkin resim eklememi Tagged By Dandoon mimi üzerine talep etmişti. Ben de sevdiklerim arasından seçmeye çalıştım. Teşekkür ediyor, sobe konusunda dileyen tüm arkadaşları davet ediyorum. Hoşçakalın..


17 Şubat, 2009

Gökkuşağı Böreği


Leziz ve güzel bir börek olmuştu 'Gökkuşağı' böreğimiz. Farklı adları da var sanırım. Bizim büyük prenses hasta iken canı çekmişti ve 'çocuğu hasta anne' pskikolojisi ile hemen özene-bezene yaptık. Lakin yeni alınıp, henüz ayarları yapılmamış cep telefonu ile görüntülediğimiz için tam aslını remzetmiyor görünüm. Tarifi daha sonra paylaşmak üzere şimdilik hoşçakalın efendim.....

Tarifimizi yoğunluktan gecikmeli de olsa yazalım.

Malzemeler:

-1/2 su bardağı süt;

-1/2 su bardağı sıvı yağ;

-1 yumurta

- 3 yufka

-Kıyma, soğan, patates, dereotu,maydanoz, peynir, havuç

Kıyma ile soğan sotelenip bir kaba alınır.

Patates bir soğan ile baharat ilavesiyle çevrilir. Peynir, dereotu, maydanoz ılınınca eklenir.

Havuç rendelenip, sotelenir.

Her bir yufka süt ve yağ karışımı ile ıslanır. Her bir kata bir malzeme yayılır. Rulo şeklinde katlayıp, yumurta ve çörek otu, haşhaş serpilir. Fırından çıkıp hafif ılınınca keskin bir bıçakla kesilir. Güzel bir çay eşliğinde hasta çocuğa servis edilir. Bu temenni geçerli olmadan ağız tadıyla denemenizi dilerim. Bir de unutmadan, bizim Kanada da ki hasta kızımızın da canı çekmiş, mümkün olsa oraya ışınlanıp yapmayı da diliyorum.

Sevgili Pasturkey'in mimini bir sonraki postta yazmak üzere hoşçakalın efendim.

Posted by Picasa

11 Şubat, 2009

Şubat Tatilinde Buluşanlar...









Böyle bir başlığın altında çörekler, katmerler görünmesi pek beklenemez kabul ediyorum. Daha ziyade insanları çağrıştıran bir tabir pek tabii ki... Lakin, bizim evde bu şubat tatili çöreklerle birlikte, birbirini sevip hasretlik çeken, teyzeler, kuzenler de buluşmuş, bir tatil molası vermiş oldular...


İlk görüntü Kahramanmaraş Çöreği. Eskiden bayramlarda yapılırmış ama şimdilerde birçok firma tarafından günlük üretilmekte. Tatlısı da tuzlusu da mevcut. Benim tatlıyla aram çok iyi olmadığı için favorim tuzlu çörekler. Eşimin ailesi tarafından son gönderilen paketler stoklarımda. Evde sanırım en çok ben seviyorum. Ağızda dağılan leziz çörekler kilo için bire bir olup, tüketmemek için paketi açmadım ve ol sebepten görüntüyü netten aldım.
İkincisi de daha önceki yıllarda da paylaşmıştım Sivas fırın katmeri. Mayalı hamur servis tabağı büyüklüğünde açılıp, tereyağ eklenip, tekrar yoğrularak, elle büyültülüp, ince ince üzeri çizilip, mahalle odun fırınlarında pişiriliyor..
Üçüncüsünü Kızkardeşim Fatma Şubat tatilinde gelirken Tokat' tan getirmişti. İsmi yoğurtmaç. Bizim fırın katmeri ile çörek arasında bir tat gibi geldi bana.
Bu tatilde üç yörenin fırın lezzetlerinden daha da lezzetli olan yeğenlerim ve kızkardeşim Fatma ile geçirdiğimiz güzel günlerdi. İyi ki varsınız, Fatma, Yurdagül ve İnanç.... Hepinize teşekkürler...