31 Mayıs, 2008

Hoşgeldin Bebek!

Ailemizin beşinci ferdi Zeynep Dilruba 29 Mayıs Perşembe günü aramıza katıldı. Fotoğraf kendisine ait değil,netten ama şaşılacak kadar benziyor. Tabii bizim ki çok minicik. Hoşçakalın...

28 Mayıs, 2008

Geldi Kiraz Mevsimi!


Geldi yine kiraz mevsimi! Yıllar sonra hadi ukde kalmasın içimizde diyerek başladığımız yüksek lisansda, iktisat sınavı sonrası cevaplarımı ve alacağım notu hesaplarken, bizim kışın balıkçı, yazın bir meyvenin birkaç cinsini sepet sepet sıralayıp, üzerinde kocaman bir ilanla, lütfen tatmadan almayınız yazan satıcımızın dükkanı civarına düştü yolumuz. Açıklı-koyulu renkleriyle ama henüz şu netten yabancı bir siteden aldığım şu görüntüdeki muhteşemliğe bürünmemiş kirazlardan birini işaret edip, alel-acele aldık. Dükkan yedi yolun çatında, yol genişletilmiş yaya yolundan dolayı sadece bir araça müsade ettiğinden çok seri olmak zorunda alıcılar. Akabinde bizim başkaban adayına yıkanmadan tadına bakmanın zaten doğru olmadığını anlatırken, çocukluğuma doğru gitti hayalim....
Okuldan eve pazarın içinden geçerek geliyorum... İlkokul birinci sınıf.. Başta kiraz olmak üzere meyve fiyatlarını inceleyerek geliyorum. İktisat ilmine olan istidadım bu yıllarda mı başlamış dersiniz :) Yok bana kalırsa daha önceden. Ablamın herkese dağıttığı bahçenin güllerini başta bebek olmak üzere, çeşitli trampa usulleri ile satışıma dayanıyor! Neyse kiraza gelelim. Eve geldiğimde kirazlar kız kardeşimle benim kulaklarıma küpe olur, geri kalanlarda mideye tabii.
Bir ara, meyve fiyatları çok pahalı geldi. Neredeyse hepsi beş lira olmuş. Halbuki iki-üç liraydı bunlar... O dönem Demirel Başbakan- daha sonra nerede ise ben yolun yarısına doğru ilerledim, hep onlar başbakandı ya neyse- Bu fiyat artşının sorumlusu olarak O'nu görüyorum ve bu büyükler nasıl oy verip, seçiyorlar diye düşünüp duruyorum... Ben düşünüp dururken Dürdane isimli bir kız babam O'na veriyor oyunu diyor. Şaşırıyorum, baban kiraz fiyatlarını görmüyor mu diyorum.
Benim ekonomi ölçüm kiraz fiyatları ile başladı... Midemi bozarcasına yediğim kirazlarla... Şimdi düşünüyorum da, keşke hayat çocukluğumuzdaki kadar sade ve güzel olsa. Memlekete ait tek derdimiz kirazlar olsa... Dayatmacı zihniyet, herşeyin en iyisini sadece onlar bilir. Dönemin Ankara Valisi Tandoğan'ın ifadesinde olduğu gibi, " siz kim oluyorsunuz da kominizmi istiyorsunuz, kominizm gelecekse onu da biz getiririz!" zihniyeti. Çoğunluk olsa da azınlık hükmünde halkımız. Seçimimiz elitlerle uyuşursa bir kıymet ifade eder. Yoksa çoğunluk solda sıfır! Yaşasın erguvan çocukları! Onlar her zaman as!
Daha fazla uzatmadan bir kiraz şiiri ile başbaşa bırakayım sizi. Hoşçakalın, sağlıcakla kalın efendim!


Kiraz Tadında Geçti Çocukluğum
Adı konmamış bahçelerde
Kiraz tadında geçti çocukluğum
Özlemler iki dudak arasında
Sevdalar göklerde Değildi
Hiç küsmezdi çemberim
Gerçek tadındaydı evciliklerim
Eksik olmazdı hayatımdan
Çilek tadındaki arkadaşlıklarım
Gecem yoktu
Saf yürekli yırtık pantolonlu
Gündüzlerim çoktu
Kırmızı bisikletim olmadı
Güllerim hazanda hiç sararmadı
Sevda kokusunu
Yanık buğday tarlalarında
Yüremeyi çakıllı yollarda öğrendik
Kiraz tadında ismi olmayan
Bahçelerden geçtik
Umutlarımız sararmadı
Dostluklarımız dar yollarda tozlanmadı
İsmini bilmediğim kuşlar
Dut ağacımıza konmadı
Yokluk içinde umutlarımız tükenmedi
Çocukluğumuz yazılmamış bir eserdi
Su tadında, yağmur bereketiyle sulandı
İnsan ilişkilerimiz
Gözlerimizden anlaşılırdı özlemlerimiz
Ağzımızdan bir kere çıkardı sözlerimiz
Adı konmamış bahçelerde
Kiraz tadında geçti çocukluğum
Artık büyüdük
Her bir şeyi çürüttük
Sahte düdüğünü çaldık
Her şeyi çabuk tükettik
Artık kiraz tadında çocukluklar yok
Bilmediğim isimler lügatimde çok

Ozan Çelebi

13 Mayıs, 2008

Merhabalar Efendim....

Sobeye çok ara verdik, Sevgili Nazlıcığım beni affetsin, artık bu kadar aradan sonra yazmayayım devamını. Bugünlerde kameramla aktarma yapamıyorum, bizim bilgisayar firması bekleyen başka bir siparişimle birlikte her hafta hallediyor lafta. Hani derler ya musa musa ama bu kadar uzun boylu muuusaa da olmamalı değil mi dostlar. Eh aktaramadığımız onca fotoğraf beklerken, dün kü yaptığım cevizli tahinli çöreği de boşuna görüntülemedim artık.

Bu aralar evdeyim. Kitap ve gazeteleri elden geçirecek zamanım mevcut. 11 Mayıs'ta Taraf ta yer alan Ahmet ALTAN'ın yazısı ilgimi çekenlerden. Sizlerle paylaşmak istedim. Farklı düşünenler olabilir elbette. Bugün Mehmet Barlas'ın köşe yazısı da güzeldi doğrusu. Ustaların kalemine sağlık derken, sizleri Ahmet Altan'ın yazısı ile başbaşa bırakmak istiyorum. Bu arada yorum yazan ve de anneler günümü kutlayan dostlarıma çok teşekkür ediyorum. Sizlerin de gününüz kutlu olsun,iyi ki varsınız efendim. Hoşçakalın.




Gerçekler böyle kardeşler...
Bazen gerçekleri hiç öğrenmesek mi diye düşündüğüm oluyor doğrusu.
Çünkü gerçekler korkunç bu ülkede.
Bugün, Zihni Çakır’ın kitabında da yer alan MİT’in Sabancı cinayeti hakkındaki raporunu yayınlıyoruz.
Türkiye’nin en büyük işadamlarından birinin öldürülüşünün ardındakileri görmek insanın tüylerini ürpertiyor.
MİT’in raporuna göre, Özdemir Sabancı’yı öldüren çetenin üyelerinden biri bir yüzbaşı ve cinayet günü Sabancı Center’ın 25. katında o da var.
Fehriye Erdal ile Mustafa Duyar ise “devletin istihbarat teşkilatlarına” çalışıyorlar.
Büyük bir ihtimalle, Fehriye Erdal’ı Sabancı’ların yanına yerleştiren de o “istihbarat” teşkilatlarından biri.
Cinayeti planlayanlar polis şefi Hüseyin Kocadağ ile o sırada polis tarafından aranmakta olan Abdullah Çatlı.
Cinayeti para karşılığında üstlenen ise DHKP-C.
Suikastı gerçekleştiren şebekesinin bileşimi dehşet verici.
Bir asker, istihbarat teşkilatlarının ajanları, bir polis şefi, devlet çetelerinin içinde yer alan bir suçlu ve bir illegal örgüt.
Bu “ölüm kokteyli” bir araya nasıl geliyor?
Fehriye Erdal ve arkadaşları, bu cinayet için, çalıştıkları hangi “istihbarat teşkilatından” emir alıyorlar?
O yüzbaşı bu cinayete kim adına karışıyor? Hangi birimde çalışıyor?
Bir devlet çetesi olan Susurlukçularla “sol” olduğu söylenen illegal bir örgütün ilişkisi ne?
Belli ki aslında bu soruların cevapları da biliniyor. MİT
raporu açıkça belirtmese de, “Fehriye Erdal’la arkadaşlarının istihbarat teşkilatlarına çalıştığını” söyleyerek bu cinayetin devlete bağlı bir istihbarat teşkilatı tarafından örgütlendiğini ima ediyor.
Her yerde devletin parmak izleri var.
Bunlar çok açık olan izler ve bu izlerin peşinden gidip de işin “köküne” ulaşan kimse yok.
Dünyadaki her devletin karanlık ve karışık işleri vardır.
Ama gelişmiş ülkelerde hukuk “devletin karanlık yüzünü” de yakalar.
Amerika’daki “İrangate” olayını hatırlayın.
Orada da İran’a silah satıp bu payı gerillalara veren bir “derin devlet” örgütü yakalanmıştı.
Örgütün izleri sürülmüş, bir yarbay yargılanıp cezalandırılmıştı.
Ama bizde kimse Sabancı suikastındaki yüzbaşının ardına düşmedi.
Üstelik raporda adı da açıkça yazıyor.
Gelişmiş ülkelerle aramızdaki fark da bu zaten:
Hukuk.
Amerika’da da bizde de “derin devlet” var ama Amerika’da bir de hukuk var ve “derin devletin” yayılıp bütün devleti ele geçirmesini bu hukuk engelliyor.
Bizde ise hukuk yok ve derin devlet cinayetleriyle, suikastlarıyla, kanlı ilişkileriyle devletin içine yayılabildiği kadar yayılıyor.
Avrupa Birliği bize, “sizin de hukukunuz olsun” diyor.
Ve Danıştay Başkanı kalkıyor bizim de “hukuka sahip olmamızı isteyen” Avrupa’ya “sen bizim işimize karışma” diye cevap veriyor.
Avrupa karışmazsa hukuk daha mı sağlam olacak Türkiye’de?
Yoksa daha mı çürük?
Danıştay Başkanı, hukuku sağlam bir ülke mi istiyor yoksa hukuku çürük bir ülke mi?
Başkanının Avrupa’ya “bize karışma” dediği bu Danıştay’ın başsavcısı da “darbeleri övmüştü” ve gene bu Danıştay “darbeleri övmenin suç olmadığına” karar vermişti.
Danıştay Başkanı’nın devamını istediği, kimseye dokundurmadığı hukuk sistemi bu işte.
Hukukçularının hukuktan böylesine nefret ettiği kaç ülke var yeryüzünde, bilmiyorum.
Ama Avrupa’da bu tür ülkeler yok.
Bizim “hukukçuları” kızdıran da bu.
Onlar, devleti “hukuksuz” olduğu ölçüde güçlenen bir örgüt sanıyorlar.
Devlet, hukukun disiplininden koparsa “çete” olur.
Bir devletle bir çeteyi birbirinden ayıran hukuktur.
Hukuk olmadı mı böyle cinayetler işlenir işte. Kims
e katilleri yakalamaz.
Herkesin hayatı tehlikeye girer.
Hukukun olmadığı bir ülkede kimin hayatı güvende olabilir?
Hukuk olmadığında insanları kim korur?
Artık dünyanın bütün gelişmiş ülkelerindeki toplumlar birbirlerini denetliyorlar, devletlerin hukuksuzluğa kaymasını önlemekteki en kuvvetli çare bu.
Ancak toplumların dayanışması devlet zorbalığını önlüyor.
Ama bizim hukukçular bu “toplumlararası dayanışmayı” halka “dışardan karışmak” olarak anlatıyorlar.
Peki, sevgili hukukçularımız, başka toplumlarla dayanışmadığımız zaman siz bu ülkeye hukuku yerleştiriyor musunuz?
Yoksa derdiniz özgürce darbeleri övmek, “367” gibi hukukla alakası olamayan saçma sapan kararları kimsenin denetlemesine izin vermeden çıkarmak mı?
Siz neyin “bağımsızlığını” ve özgürlüğünü istiyorsunuz?
Ve, siz bu devlet cinayetleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir de bu konuda konuşsanız da ne düşündüğünüzü anlasak.
Taraf Gazetesi, 11 Mayıs Pazar
12 Mayıs 2008