
23 Ocak, 2008
Kartepe'den..

16 Ocak, 2008
Gülelim, Düşünelim

HER ŞEYE RAĞMEN "MAZERET YOK"
Önceki akşam bir programımız vardı. Dr. Şaban Kızıldağ'ın da konuşmacı olarak katılacağını duyunca, ilk etapta yorgun argın bir de konuşmamı dinleyeceğiz düşünceleriyle salona ilerledim. Lakin itiraf etmeliyim ki, konuşma sonunda dinlendiğimizi hissettik. Şaban Bey'in aktardığı, eğitim verdiği İETT şöförleri gibi "damardan giriyor şeref... " demedi isek te onlar gibi pek mutlu-mesut dinledik.
Konu itibariyle, Prof.Dr.Canan Çetin hanımefendi'nin zevkle dinlediğimiz seminerlerinde olduğu gibi kendini keşfeden, mükemmel yaratılan ama, önce sınırlayarak yetiştirilip, akabinde mazeretler üreten bir toplum olmanın bariz örneklerini sıraladı.Canan Hoca'nın güzel tabiri ile kartal olarak doğup, kendini tavuk olarak yetiştiren aile ve çevre sayesinde tavuk mezarlığında yatan kartaltavuğun serüvenine bir başka açıdan baktı Kızıldağ. Konuşmasına milletimize has, birkaç sivri örnek ile başlayarak.
Aktardığı yaşanmış sivriliklerin ilki, "fabrikada bilmem kaç derecede yanıp, çeliği eriten fırında sigara yakan iki kafadardan Trabzonlu ölüyor ve kayıtlara iş kazası olarak geçiyor. Teşvik eden Giresunlu bu sigara keyfinden sağ kurtulabiliyor."
Yine Rize Çayeli'nde "ayakkabısındaki kumu çıkarmak için elektrik direğine tutunup, ayağını sallayan adamcağızı çevreden gören iyiliksever insanlar(!) elektrik çarptığı düşüncesi ile kürek sapı ile çarpıp, kaburgasını kırıyorlar ve mahkeme kayıtlarına ' iyi niyetli yaralama' olarak geçiyor."
Memleket özelliklerimizi anlatması açısından bariz bir örnek olan hikayecik te ise;
Birlikte yolculuk yapan Trabzonlu, Kayserili ve Diyarbakırlı kazada vefat edip, defnedilirler. Hikaye bu ya, belli bir süre sonra, Trabzonlu çıkagelir. Nasıl oldu deyince, beşmilyar verirsem dönebileceğim söylendi, verdim, döndüm geldim der. Peki diğerleri ne yaptı diye sorulunca; ben gelirken Kayserili üç bin beşyüz olmaz mı diye pazarlık yapıyor, Diyarbakırlı ise ben vermem devlet versin diye diretiyordu der."
Örneklerimizden sonra Maraş'ın orman köylülerinin tabiri ile,"gelgelelim çam kesmeye", sadede efendim.
"Bir musevi çocuk, beni yavrum dünyayı değiştirecek, uçaklar yapacak, arz-ı mevudu gerçekleştirecek ninnileri ile büyürken, bizim çocuklar nerdeyse halen 'dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana, kov bostancı danayı, yemesin lahanayı' gibi en fazla kendinin olmayanı yememe dışında, hiçbir anlam ifade etmeyen ninnilerle büyür. Ha bir de 'tıpış tıpş yürüsünü' duyabilir yürür, okur, bir işe gider gelir ve tüm kutsal kitaplarda mükemmel yaratıldığı ifade edilen, bizim kitabımızda da 'ahsen-i takvim- en güzel şekilde yaratıldığı' belirlilen insan dünyayı değiştirebilecek, büyük işlere ve buluşlara imza atacak güçte görmez kendini.
Nasıl görsün ki ıssız adada bile, insanın neler yapabileceğini ifade eden Robinson Cruse' yi pek fazla, hatta birçoğu işitmez ama, önüne çıkan eski bir lamba ile saraylar sahibi olup, padişah kızı ile evlenen Alaattin'i hepsi bilir. Yine bir kuyuya leblebi atıp, binbir çeşit yemekler sunan sofraya ve altın -gümüş akıtan değirmenlere sahip olan Keloğlan masallarının envai çeşidini dinleyerek büyür ve bunların hiçbirinde de çalışmak, çok çalışmak, üretmek ve kendine güvenmek yoktur.
Masallarda ki cin çıkmayınca da, loto, toto, piyango hayalleri peşinde tükenir nice ömür. Bir Kızıldağ'dan bir kendimden yazıyorsam da mevzu aynı olunca mesele olmaz diyorum. Girişimcilikten uzak, sadece sessiz, saygılı, başına vur ekmeğini elinden al örneğinin sitayişle anlatıldığı bir süreçte büyüdü bizim nesil.
Günümüzde de pek istikbal vadeden bir çocuk terbiyemiz ve eğitimimiz olduğu söylenemez ya. Şimdi de her imkan önüne dercedilen, hayatı tanımayan, en ufak bir sıkıntıda kumdan kale gibi dağılacak çocuklar yetiştiriyoruz.
Okulda hep anlatılan yurdumuz bir cennet, yeraltı ve yerüstü kaynakları zengini bir ülkeyiz denir de Japonların belirttiği gibi, Hiroşuma'yı çocuklara gösterip, bakın biz güçsüzken başka devletler geldi ve bizim atalarımızı bombalayıp öldürdü. Biz güçlü olacağız ki, başkaları gelecek cesareti bulamasın örneğini biz de Çanakkale gezilerinde anlatmalıyız. Turist gibi gezmeyip, 'hasta adam' olmanın kaç bin ecdadımıza mal olduğunu, tüm olumsuzluklara rağmen inançla duvar ördüğümüzü, bundan böyle inançlı ve güçlü bir millet olmaya mecbur olduğumuzu vurgulamalıyız.
Bizim en çok yaptığımız, laf üretmek, bir şeyleri herşeye rağmen başarmaya odaklanmak yerine ' mazeret üretmek.'
Halbuki bize düşen Münir Arıkan'ın tabiri ile, olmak, bulmak ve kalmak. Odaklanmak, illa başarmak. Kızıldağ'ın salona tekrarlattığı gibi, hep birlikte tekrarlayıp, inanalım. HER ŞEYE RAĞMEN MAZERET YOK. MÜKEMMEL YARATILAN BİR İNSANIZ, BULUNDUĞUMUZ NOKTADA EN İYİSİNİ YAPIP, BAŞARMAYA MECBURUZ.
Lise yıllarımda okuduğum bir sözü şiar edinip, meslek lisesinde okumama rağmen, yapabileceğim en iyiye odaklanmıştım. "Gül dalında gonca değil, dağ yolunda yonca olabilirsin. Ama o yoncaların en iyisi sen olmalısın." Hayat hiçbir şeyi altın tepside sunmayabilir ama, elinde olan kumaştan en iyi elbiseyi dikebilirsin diyor ve hepinizi Allah'a emenet ediyorum. Hoşçakalın.

07 Ocak, 2008
Turna'nın Teline Dokunurken...


Bir Çift Turna Gördüm Durur Dallarda
Seversen Mevlayı Kalma Yollarda
Sizi Bekleyen Var Bizim Ellerde
Bizim Ele Doğru Gidin Turnalar
Turnam Dertli Öttün Derdimi Deştin
El Vurdun Yaremin Başını Açtın
Esinden Mi Ayrıldın Yolun Mu Şaştın?
Doğru Bir Katara Gidin Turnalar
Fazla Gitmen Bizim Ele Varınca
Selam Söylen Ese Dosta Sorunca
Sağ Selamet Menziline Varınca
Benden Yare Selam Edin Turnalar
Eşinden, sevdiklerinden geçim gailesi ile ayrılıp, doğru bir katara da varamayan gariplere sağ-selamet menzile ulaşmak ta nasip olmamıştır.
Telli turnaların gönül telimize dokunması bu vakıa ile de sınırlı kalmadı. Sonra ki hafta, telli turnaların Muş-Bulancak'ta bulunan 11 taneden ibaret olduğunu öğrendim. Bu demekti ki, bir çok canlı da olduğu gibi, o çok bizim olan, halkımızın türkülerinde, gönlünde çok yer eden telli turnaları bizden sonra ki nesil, sadece resimlerinden tanıyıp, türkülerde adını işitecek.
"Ben derdimi hangi dağa... Turnalar " ya da
Kaleli Hafız'ın arşiv bantlarında ki gibi
"Çıkın akbabaya edin niyazı,
Uğrama Pasin'e geç gelir yazı
Bizde de misafir Erzurum sazı
Ordan yare selam edin turnlar" diyerek yarine, sevdiklerine bir selam göndermesi muhal olmaz mı biraz..
Bizden sonra ki nesil bir yana biz de turnaları toplam kalite sistemi çalışmalarında "simurg" larla tanıdık diyebilirim. V şeklinde uçan, bu şekilde rüzgarı engelleyen, ayrıca mükemmel bir takım çalışması ile, en önde uçanın belli bir süre sonra en arkaya geçerek, takımın uçuş hızını hep aynı seviyede tutan simurgları örnek alırken çok yakınımızda ve hep bizim olduğunu düşündüğümüz turnalar olduğunu öğrendik.
Tabii katar katar olup, gelen turnalara sevdiklerini soran ahvadın derdi daha başka olunca bu özelliklerini algılamadık.
Katar katar olmuş gelen turnalar
Bizim elden haberiniz var m'ola
Fidan boylu da gül yüzlü yarim
Benim ile ahtımanı bir m'ola
.... ....... ........
Oyna turnam oyna yüksekte oynaKalma şu sehilde Konur'da yayla
Turna başın için gel doğru söyle
Derbeder Öksüz'ü anan var m'ola
Yine, flamingolar olarak bildiğimiz sevimli kuşların da türkülere sıkça konu olan "allı turnalar" olduğunu bilmezdik birçoğumuz.
Turnalar turnalar allı turnalar
Turnalar turnalar telli turnalar
Şanlı turnalar
Nazlı yar gayri gelmezmi
Halinden haber vermezmi
Bunca hasretlik yetmezmi derken, yine;
"Allı turnam bizim ele varırsan,
Şeker söyle kaymak söyle, bal söyle,
........
Eğer bizi sual eden olursa,
Boynu bükük, benzi soluk yar söyle,
.... .......
Allı turnam ne gezersin havada,
Arabam kırıldı, kaldım burada,
..... ......
Ne onmamış kulumuşum dünyada
Akşam olsun allı turnam dön geri,
...... ....... turnalar ey" derken sanki tüm derdini açıp, gamını, kederini paylaştığı turnalardır.
Turna'ya dökülen dert çok, gönül telinin turna teli ile birleştiği türkülere bu sayfa yetmez. Hain eller tarafından gençliklerinin baharında, ümidlerinin kapısı olan bir dershane önünde katledilip,bir nazlı turna gibi uçup giden, yüreğimizi kanatan yavrularımız misali, telli turnalar da döner mi bilmem.
Hain ellerin son çırpınışında, genç fidanlarımızın ailelerine Rabbim sabır versin.
Milletimiz ve memleketimiz payidar olsun.
Son bir telli turna dörtlüğü ile hoşçakalın efendim.
Telli Turnam Gökyüzünün Gülüdür
Esip Konducağın Bağdat Elidir
Gözüm Yaşı Mahramalar Çürüdür
Aşamazsan Telli Turnam Dön Geri
03 Ocak, 2008
Kar Var Istanbul'da!..

Bu sabah önce Karacaoğlan'ın tabiri ile incecikten bir kar başlayıp, elif elif diye yazdıysa da biz biraz sonra kesileceğinden neredeyse emindik. Çoğu cılızların kuvvetlilere galebe çalması gibi, kar yağışı giderek güçlendi ve pencereden baktığımızda cümle ağaçlar, karşı tepeler ve de otoparktaki araçlar karla kaplandı. İşyerindeki herkes birbirini muştularken, çoktandır kar bekleyen bizim başkaban oğul da bu muştudan nasibini aldı lakin, bir dev şehir olan bu şehri İstanbul'da henüz bizim ilçeye kar yağmadığından oğluşum sevinemedi sabah. Sonrasında okula giderken başladı mı kar orada da akşama öğreneceğiz bakalım.
Bu sabah biraz hüzünlü şiirler dilimde ise de, sabah baygınlık geçiren personelim bu hüznümü bir kat daha artırdı ise de, çocukluumda yaşlıların söylediği gibi, yağan karın havanın mikrobunu alıp götürdüğü gibi benim de hüznüm, lapa lapa yağan karla geçip gitti.
Şimdi kar şiirleri dolaşır belleğimde. İlki Sezai Karakoç'tan.
"Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlayacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın" derken, Nazım Hikmet kar yağışını anlatırken beni çocukluğuma götürür biraz da.
Kar Yagiyor
Lambayi yakma, birak,
sari bir insan başidüşmesin pencereden kara.
Kar yagiyor karanliklara.
Kar yagiyor ve ben hatirliyorum.
Kar...
Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman işiklar...
Ve şehir kör bir insan gibi kaldialtinda yagan karin.
Lambayi yakma, birak!
Kalbe bir biçak gibi giren hatiralarindilsiz olduklarini anliyorum.
Kar yagiyorve ben hatirliyorum.
Erdem Beyazıt, Kar Altında Hüzün Denemesinde, biraz da benim sabah ki hüznüm ile karı birleştiriyor sanki.
Kar Altında Hüzün Denemesi
Dünyanın en uzun hüznü yağıyor
Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne
Kar yağıyor ve sen gidiyorsun
Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun
Belki bulmağa gidiyorsun
kaybettiğimiz O insan ve tabiat çağını
Dön bana ve dinle
Kuşlar uçuşuyor içimde
Loş bir keman solosu gibi
Kuşların uçuştuğunu içimde
Dön bana ve dinle.
Karanlık denizlerin dibinde
Birtakım incilerin olduğunu
Birtakım incilere ve hatıralara
Neden bağlı olduğumuzu unutma.
Duy beni ve dinle
Denizler boğuşuyor içimde.
Unutma diyorum ama sen anla
Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara.
Derken bekli de en ziyade zülfiyare dokunan, Yahya Kemal Beyatlı'nın 'Kar Musikileri' ve O'nu zikretmeden bu babı kapatmak olmaz.
Kar Mûsikîleri
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu;
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.
Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,
Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı,
Bir erganun âhengi yayılmakta derinden...
Duydumsa da zevk almadım İslâv kederinden.
Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.
Birdenbire mes'ûdum işitmek hevesiyle,
Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle.
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık! der. Kar şiirleri, türküleri ve de doğup, büyüdüğü vakitler 'tam altı ay yağan kar' ile büyüyüyen bendeniz de karla ilgili yazacak çok ama ne yer yeter, ne zaman.
Daha önce yazılan;
akcahan.blogspot.com/2007/01/kar-yazisi.html
akcahan.blogspot.com/2007_02_01_archive.html
adreslerine de dileyen bir göz atabilir derken, karlı, bereketli, mutlu, umutlu yarınlar diliyorum. Hoşçakalın efendim.
01 Ocak, 2008
Yeni Yıl da ve Her Zaman..
Yurdumuzda milletce; sağlık ,huzur,hoşgörü ve barış içinde sevgi dolu bir YAŞAM.
Hayatın güçlüklerine katlanabilecek kadar İNANÇ,* Geleceğin daha iyi olacağına inanacak kadar ÜMİT,
* Doğru bildiklerim için mücadele edebilecek kadar CESARET,
* Topluma, aileme, İslam’a faydalı olabilecek kadar SAĞLIK,*
İhtiyaçlarıma yetebilecek, zekâtını verebilecek kadar PARA,*
Başkalarının daima iyi yönlerini görebilecek GÖZ,*
Çevremizdeki insanlara yardım eli uzatacak kadar CÖMERT,
İnsanlardan karşılık beklemeden yapabileceğimız İYİLİK,
* Hayatın zorluklarına karşı hayatı ve insanları kuşatacak SEVGİ,
* Yastık kadar yumuşak ve rahat bir VİCDAN,
* Dilini, belini, kalbini, keseni ve gözünü haramdan saklayabilecek İRADE,
* Gördüklerinin, duyduklarının düzelmesini bekleyebilecek kadar SABIR,
* Günahlarını, noksanlarını itiraf edebilecek kadar FAZİLET,
* En kötü halinde bile Allah’ dan razı olabilecek kadar ŞÜKÜR
ihsanı talebiyle... hoşçakalın...